Bindiğim geminin burnu erotik hamlelerle suları yarıyordu. Güneş ışıltılı dalgacıklar bel kıvırıp, gerdan kırıp geminin iki yanına doğru kaçışıyorlardı.
Güvertede dikilmiş, uzaklaşan İstanbul'a bakıyordum. İstanbul şehri uzaklaştıkça güzelleşiyordu. Kiri, pası, keşmekeşi artık görünmüyordu. Ayasofya ve Sultanahmet Camii'nin minareleri gökdelen çıkıntılarını affettiriyordu. Yanımda duran güzel kıza,
‘‘Denizin içinde nokta gibi görünen şu kuleciğin adı, Kız Kulesi'dir. Bizans İmparatorları kızlarını oraya kapatırlarmış.’’
Kızın annesi,
‘‘Niçin?’’ diye sordu.
‘‘Kızını münasebetsiz aşklardan korumak için. Aşklara eskiden de yasak koyarlarmış hanımefendi.’’
Turist kızın annesi, rüzgárda uçuşan sarı boyalı saçlarını eliyle düzeltip fıkırdadı. Erkek milletinin aklında bulunsun; eğer bir kıza sarkacaksanız önce annesini tavlamalı ve ona sevimli görünmelisiniz. Yoksa kızla aranızdan karaçalı misali eksik olmaz, size de, kıza da uzaktan bakıp melül mahsun yutkunmak düşer.
Akşam yemeğini aynı masada yedik. Hatta geminin orkestrasıyla dans bile ettik. Tabii önce anası, sonra kızıyla... Her Türk gibi Amerika'yı Amerikalılardan iyi bildiğim için Amerikalı turist ana-kıza Amerika'yı anlattım. Ülkelerine bayıldılar.
Onca hastalık kaytarmasından sonra yüzsüzlük edip bir de gazeteden yıllık iznimi almıştım. Bu turist gemisiyle Ege ve Akdeniz'de tura çıkmıştım. Patmos, Girit, Santorini gibi Yunan adalarına uğrayıp Marsilya'ya kadar kona göçe gezecektim. Benim gibi deniz divanesi biri için ölmeden cennette dolanmak gibiydi bu gezi.
Gezinin üçüncü gecesi alt güvertede ve mehtap icabı tam Ceni'nin elini tutmuştum ki, ayaklarım ıslanmaya başladı. Kaptanla dans eden annesini yemek salonunda bırakıp tüymüştük. Derken gemide bir patırtı koptu. Geminin düdük sesleri ‘‘Batıyoruuz!’’ çığlıklarına karıştı. Su dizlerimize kadar yükselmişti. Ben Titanik filmini anımsayıp romantik bir sesle,
‘‘Haydi, son olarak dans edelim Ceni.’’ dedim. O da beni itip,
‘‘Haydi oradan salak herif!’’ diyerek filikaların olduğu yere doğru bir koşu kopardı.
Evet, batıyorduk. Çünkü, leğende yüzen káğıttan yaptığım kayık su alıyordu. Káğıt suyu emince ağırlaşan kayık hayallerimle beraber batmaya başlamıştı.
*
Ben bildim bileli hayal kurarım. Sokakta, evde, yatakta, yemekte, tuvalette hatta rüyamda bile hayal kurarım. Ama bu hayallerin ille de gerçek bir yanı olsun, gerçeğe dayansın isterim. Onun için deniz gezisi hayali kurarken káğıttan bir kayık yapıp leğende yüzdürürüm. Otomobilli gezilerimde ise direksiyon yerine bir tabak kullanırım.
*
Hayallerimi gerçekleştirmek ise, en büyük hayalimdi. Bu yüzden daha çocukken sokakta hayatı bana zehir eden Ayı Yaşar'ın midesine bir gün yumruğu patlatmıştım. Midesine vurmamın nedeni, çenesine boyumun yetişememesiydi. Ama Yaşar, yumruğu yiyince kurduğum hayallerdeki gibi kıvranıp kıçüstü yere oturmamıştı. Oysa hayallerimde Yaşar düştüğü yerden,
‘‘Yeter artık vurma Oğuz! Vallahi bir daha topunu ve mızıkanı zorla elinden almayacağım’’ diye yalvarırdı. Ama düşmek şöyle dursun herif, bir de pis pis sırıtıp beni ensemden yakalamış ve havaya kaldırmıştı. Neyse, gerisini anlatmayayım. Her hayal gerçek olmuyor işte.
Gerçekleşmeyen hayallerimden biri de bir kızla yanak yanağa dans edebilmek hayalidir. Bizim zamanımızdaki danslar, şimdiki gibi pantolonuna kurbağa kaçmışçasına hoplayıp zıplayarak edilen danslardan değildi. Kızın elini tutup kolunu beline sarardın. Sonra da punduna getirip yanağını kızın yanağına yaslar, iki yana sallanırdın. Ama sırık boyumdan ötürü ben kızlarla ancak yanak göğüse hatta yanak göbeğe dans edebiliyordum. Kız arkadaşlarımın içinde boyu 165 santimi geçeni yoktu. Ben yanağına yaslanmak için eğilince de, tek hörgüçlü deveye dönüyordum. Hele filmlerde gözleri kapalı yanak yanağa dans eden artistleri gördükçe hayallerimi özlemler basıyordu.
Günlerden bir gün nihayet 180 santim boyunda bir kız arkadaşım oldu. Kızı elinden tutup yanak hayalleri içinde ilk çay partisine sürükledim. Ama hayallerim yine kursağımda kaldı. Yanak yanağa yine dans edemedim. Kızın boyu tutuyordu ama eni tutmuyordu. Göğüslerini aşıp yanağına yanak değdirmenin mümkünü yoktu. Bu güzel kız o göğüslerle yürürken, yere yüzüstü nasıl kapaklanmıyordu hálá şaşarım. Bu dans hayalim, bu yaşta bile hálá sürüyor. Çünkü eşimin boyu da 160 santim. Son umudum Pakize Suda'da. Ama o da bir karış yüksekliğinde topuklu pabuç giyerse...
*
Hayallerin bir kısmı da güncel oluyor. Örneğin, siz bu yazıyı okurken ben Güney Kore'de Milli Takım kampındayım. Yarın Brezilya ile maçımız var. Zavallı Hakan Şükür benim yüzümden kadro dışı kaldığı için çok mutsuz. Ben de çok üzülüyorum ama, çaresizim. Vatan görevi arkadaş sevgisinden önde gelir.
Dört Brezilyalıyı çalımlayıp tam beşinci golümü atacaktım ki, hakem oyunu durdurup beni sahadan attı. Güya bastonla futbol oynamak kurallara aykırıymış. Pöh! Yine Türklere komplo kuruyorlar.
*
Dün gece Alman, Fransız, Yunan, İtalyan, İngiliz başbakanları yel yepelek benim çalışma evime geldiler.
‘‘İdam kalkmasın, isterseniz Apo'yu kazığa geçirin. Kürtçe'nin K harfi bile yasaklansın, karakollarda dilediğiniz herifi falakaya yatırın, hepsine razıyız. Ama ne olur, bir zahmet Avrupa Birliği'ne girin!’’ diye yalvarmaya başladılar. Çünkü ben, suyu petrole çevirmenin yolunu bulmuştum ve icadım olan bu petrol doğayı da kirletmiyordu. Petrolümü paşa gönlümün çektiği ülkelere, özellikle Japonya'ya Arap petrolünün yarı fiyatına satıyordum. Avrupa yangına düşmüştü. O sırada Devlet Bahçeli ile kımız içiyorduk.
‘‘Ne dersiniz Devlet Bey, AB'ye girelim mi?’’ diye sordum. Devlet Bey,
‘‘Önce Avrupa'da bire kadar herkes Türkçe konuşmayı öğrensin, ondan sonra düşünürüz.’’ dedi.
*
Çocukluğumda en sevdiğim, en çok kurduğum hayalim karikatürcülük üstüneydi.
Küçük yaşta çizdiğim karikatürler gazete ve dergilerde yayınlanıyor ve de karikatürden para kazanıyorum. Çizdiğim bir sürü çizgi kahraman halkın sevgilisi oluyor. Yayımladığım dergi, ortalığı allak bullak ediyor, yüzbinlerce basılıp gazetelerden fazla okunuyor. Dünya çapındaki dergilerin başında geliyor. Avrupa aydınları, bu nemene bir adamdır diye meraklanıp beni en ünlü üniversitelerinde ders vermeye çağırıyor. En namlı salonlarında sergilerim açılıyor, ödüller yağıyor. Bu ara yüzlerce genç karikatürcünün yetişmesine yardımcı oluyorum falan filan...
Şımarıklık sanmayın ama, maalesef bu favori hayalim bir gün gerçek oldu. Uzun yıllardır bu hayali artık kuramıyorum. En sevdiğim hayalimden ayrı düştüm. Allah insanı parasından, pulundan, saçından, dişinden, mecalinden dermanından ayırsın ama, hayallerinden ayırmasın. Amiin!..
*
Biraz sonra kapı açılacak ve dünya güzeli bir kız şen şakrak odama girecek.
‘‘Ben sizin yıllardır kurduğunuz hayallerinizdeki kızım. İşte geldim.’’ diyecek. Ben de,
‘‘Tam zamanında geldin. Bana şu raftaki nefes açma, mide, karaciğer, bacak ve baş ağrısı ilaçlarıyla vitaminlerimi veriver. Masadaki yakın gözlüğümü de uzat da sana yakından bir bakayım’’ diyeceğim.