Şaziment Hanım, vitrinlere baka baka yürüyordu. Bayramın eli kulağında, geldi geliyordu. Kızın bayramlığını halletmişti de oğlana hálá münasip bir şey bulamamıştı. Velet, Puma pabuç diye tutturmuştu. Artık Nayk giyemezmiş. Çünkü, basketçi İbrahim Kutluay Puma giyiyormuş. Oysa ayağındaki pabuçları alalı daha bir ay bile olmamıştı. Puma'lar ateş pahasıydı.
‘‘Bu karda kışta lastik pabuç neyine? Yerine bir anorak alsam acaba Kaan hır çıkarır mı?’’ diye düşünürken çantasından ‘‘Cürülüp!.. Cürülüp!..’’ diye cep telefonu çaldı.
‘‘Buna ne halt etmeye cep telefonu diyorlar da çanta telefonu demiyorlar?’’ diye söylenerek telefonu çıkardı. Telefonda hırıltılı bir ses,
‘‘Allah rızası için bir sadaka... Allah sizi sevdiklerinize bağışlasın!’’ diye mızırdanıyordu.
‘‘Aloo, sen de kimsin?’’
‘‘Ben dilenciniz Hüsnü. İki gündür açım ve daha telefon faturasını bile ödeyemedim valla.. Çünkü, sadakalarınızı hep Topal Cafer'e veriyorsunuz. Herif, aslında topal mopal değil. Geçen gün mahallede gençlerle top oynarken gördüm dümenciyi...’’
‘‘Telefondan sadaka vermek olur mu canım?’’
‘‘Olur ablacığım olur. Mesela şimdi kredi kartı numaranı vereceksin bana. Gönlünden ne koparsa sadakanın miktarını da söyleyeceksin. Sana hiç zahmet vermeden ben, sadakayı kartından çekerim.’’
‘‘Aaa, sen deli misin ayol?.. Kredi kartı numaramı sana niye verecekmişim?’’
‘‘Demek keş ödemek istiyorsun ablacığım. Hay hay, dilenciniz Hüsnü size her kolaylığı gösterecektir. Şimdi sol tarafına bak abla... Köşebaşında yerde oturan boynunda ‘‘sağır ve dilsiz’’ yazılı tabela asılı sıska biri var ya, o benim işte. Bak sana el sallıyorum ablacım. Haydi eller havaya!.. Gelip ona 5 kontörlük bir sadaka veriver ablacığım. Allah seni kazadan beladan korusun.’’
Şaziment Hanım, dönüp baktı. Köşebaşında gerçekten bir dilenci vardı ve cep telefonuyla konuşuyordu.
‘‘Dilaver, bu herif laftan anlamıyor. Bana şu hortumu getirsene... Ama ıslat da getir. Bizim eve de telefon et, hanıma komiserimin işi çıkmış biraz geç gelecekmiş de.’’
‘‘Dediklerim sana cızırtı olarak geliyor. Çünkü senin karakolun nezarethanesinden benim telefon çekmiyor.’’
‘‘Bu telefon ne marka?’’
‘‘Telefon iyi marka ama Vaycel'e abone... Vaycel ancak yukarıdan çekiyor.’’
‘‘Şunu baştan söylesene hıyar!..’’
‘‘Uyy!.. Şimdi niye vurdun be abi?’’
‘‘Bu yaştaki adamı boşu boşuna yorduğun için. Yürü şimdi üst kata benim odaya çıkıyoruz. Tövbe tövbee, ne günlere kaldık yahu?.. Hırsızlara nezarethane beğendiremiyoruz. Aloo Dilaveer, Meşe'ye söyle de gelmesin herifin cebi çekmiyormuş, tamam.’’
‘‘Emredersin komiserim tamam.’’
* * *
‘‘Dürülülü!.. Dürülülü!’’
‘‘Aloo, buyurun hocam.’’
‘‘Benim aradığımı ne bildin 127 Murat?’’
‘‘Benim telefonda numaranız çıkıyor ya hocam.’’
‘‘Aferin gel bakalım tahtaya.’’
‘‘Geldim hocam.’’
‘‘Bize Yavuz Sultan Selim'in Hilafet'i nasıl aldığını anlat.’’
‘‘Anlatayım hocam, Yavuz Sultan Selim, çok kahraman bir padişahtı. Çok kahraman bir padişah olan Yavuz Sultan Selim, atına atladı ve gitti Hilafet'i aldı.’’
‘‘Nasıl aldı, kimden aldı?’’
‘‘Eee... Şey hocam, o zamanlar daha Migros, Gima gibi marketler kurulmamıştı. Herhalde pazardan aldı.’’
‘‘Sen ne diyorsun be!.. Ne pazarı?’’
‘‘Cuma pazarı.’’
‘‘Bana bak 127 Murat!.. Beni yerimden kaldırma, gazetelere gidip şikáyet filan dinlemem. Bir çarptım mı bir de karatahta çarpar. Anlatacaksan şunu adam gibi anlat.’’
‘‘Kusura bakma hocam anlatamam.’’
‘‘İki sayfa dersi niye çalışmadın be?’’
‘‘Cep telefonları kesikti hocam.’’
* * *
‘‘Ohh, Celaal!’’
‘‘Uff Naciye.. Ohş!’’
‘‘Celal.. Alo Celaal!..’’
‘‘Aluu, söyle kız.’’
‘‘Bu gece bu azgınlık nereden icap etti?’’
‘‘Bugün iki porsiyon acılı Adana yedimdi.’’
‘‘Ohş, sen hep acılı Adana ye aslanım.’’
‘‘Hişşt Naciyee... Kıkır kıkır... Kız alu diyom.’’
‘‘Aloo benim koyun postu göğüslü erkeğim.’’
‘‘Kız, kıllarımnan oynama gıdık oluyoo!’’
‘‘Olsuun, gıdık olsuun... Sen gıdıklanınca daha bi azgın oluyosun. Uhh!..’’
‘‘Yapma diyom lan kaltak... Nah ben sana şincik gösteririm’’
‘‘Göster bana Celal'im. Ohh!’’
‘‘Aluu, kız Naciye...’’
‘‘Alo Celal'im.’’
‘‘Bu kıvırtmaları nerden öğrendin?’’
‘‘Kıvırtmalar sana helál olsun Celal!’’
‘‘Ohuhh!’’
‘‘Uhş!’’
‘‘Dur kız, hele biraz dur.’’
‘‘Aloo, aloo... Beni duyuyor musun Celal?’’
‘‘Duymuyom.’’
‘‘Niye durdun Celal?’’
‘‘Çünkü şarjım bitti.’’
‘‘Senin mi şarjın bitti?’’
‘‘Yok be, cepimin şarjı bitti.’’
‘‘Öyleyse in üstümden de telefonunu şarja tak.’’
* * *
‘‘Aloo, kız Sarman.’’
‘‘Miyavv!’’
‘‘Yanıma niye gelmiyorsun?’’
‘‘Sen oradan aşağıya in Tekir'ciğim.’’
‘‘Gel kız, buranın manzarası çok güzel.’’
‘‘Daha mart gelmeden damda ne işin var?’’
‘‘Takvime göre mi aşk yapacağız kız? Hem benim cebim yukarıdan daha iyi çekiyor.’’
* * *
Babasının yazıhanesinde ilk olarak manyetolu bir telefonla tanışan biri için şaşkınlıklar içindeyim. Herkesin elinde bir telefon, sokakta, lokantada, sinemada, tuvalette, aklınıza gelen ve gelmeyen her yerde durmadan, dinlenmeden konuşuyor. Ne konuşuyorlar, ne anlatıyorlar bilmiyorum. Ama onca para verdiklerine göre dedikleri çok önemli olsa gerek. Herhalde yüzyüze konuşmak artık yasaklandı. İlkokul çocuklarının bile elinde telefon var. (Hatta bizim kapıcı Yusuf'un bile iki yıldır cep telefonu var.)
Bu cep telefonu denen mahluk icat edilmeden hayatta kalmayı nasıl becerdik acep?