Cennetten çıkma!

‘‘Kız Halime, n'ooldu yine gözüne?’’

‘‘Ne varmış gözümde?’’

‘‘Karnıyarık gibi olmuş kız. Ortası patlıcan moru, kenarları da biber yeşili.’’

‘‘Kapıya çarptımdı dün gece...’’

‘‘Haklısın kız, kapı sana çarpmış. Senin herif de kapı gibi maşallah. Eli de kimbilir ne biçim ağırdır?’’

‘‘Eli kopsun domuzun!’’

‘‘İnkisar etme kız Allah'ın gücüne gider billa!.. Bulmuşsun aslan gibi herifi, bi dayak ye bin şükret.’’

‘‘Dayağına laf ettiğim yok Cavidan Abla... Ama kaç kere tembih ettim, yüzüme vurma, sırtıma, kıçıma vur dedim. Ama herif iki kadeh içince adresi şaşırıyor. Höstten çüşten anlamıyor.’’

‘‘Olsun kız, herifinin kadrini bil. Benim sümsük gibi olsa daha mı iyiydi. Tembel muşmula, üç ayda bi kerem dövüyor. O da binbir tahrikat ilen... İşten dönüp, ‘‘Bu akşam ne yemek var?’’ diyor. Ben de, ‘‘Ziftin peki, hem de yoğurtlu!’’ diyorum. ‘‘Eh, n'aapalım biz de kahvaltılık yeriz’’ deyip zıkkımlanıp yatıyor. Yatakta biraz hallenecek olsa tepiyorum. ‘‘Hava sıcak ter bastı. Sen öteye git’’ diyorum. O da yastığını alıp gidip kanepede yatıyor. Bir aralar fikrime kuşkular düştü. Acep başka bir karıya mı gidiyor, başka bir karıyı mı dövüyor diye işkillendim. Demek ki artıkın beni sevmiyor. Sevse döverdi diye kuruntular kurdum. Ama ne gezer... Herif pantolonunu çıkarırken bilem üç kerem inliyor. Geçen akşam mahsusçuktan haşlak çayı kucağına döktüm de zar zor kalkıp iki, üç tokat patlattı. Zati, dördüncüde yorgun düşüyor. Gösterecek çürük çarık bir yerim olmadığı için ben de mahalle halkına rezil rüsva oluyorum... Mızıldanma da gözünün morunun kıymetini bil kızım!’’

*

‘‘Hişt, len Salih!’’

‘‘Ne var?’’

‘‘Şu yavruya baksana hele...’’

‘‘Hangisi be?..’’

‘‘Aha, şu kırmızı donlusu.’’

‘‘O don diil ayı, ona mayo bikinisi derler.’’

‘‘Ne haltsa len... Bak bütün yuvarlakları cıbıl açıkta billaa... Adana karpuzu mübarekler...’’

‘‘Hemi de yürürken oynatıyor be Sıddık... Oh be, ben bittim.’’

‘‘Göğüsler topatan kavunu...’’

‘‘Göbek ayva...’’

‘‘Saçlar mısır püskülü...’’

‘‘Ulan bizim karılar niye patates çuvalı gibi oluyor da bu Nataşalar nah bööle sırım gibi kalıyor?’’

‘‘Ziftlenmekten oolum. Bunlar kısrak misali sebze meyve yiyor. Bizimkiler kebap, börek!..’’

‘‘Bence ondan diil len Sıddık. Bizim karıları az dövüyoz da ondan.’’

‘‘Ah be Salih, bu Nataşayı şincik alıcan.’’

‘‘Bu kaç paradır biliyor musun?’’

‘‘Parasını boşver be... İsterse manav dükkánımı yesin. Götürücen ay mehtabına karşı bir restorantaya oturtucan. Beyaz peynir, kavun, patlıcan salata, acılı lahmacun ve de bi büyük rakı söyliicen.’’

‘‘İbo abim yanık yanık bi arabesk çekicek hoparlordan.’’

‘‘Ulan elin gavur Nataşa'sı derin müzikten ne anlar?’’

‘‘Ona da Tarkan'ın Muccuk'unu çaldırtırız. Maksat memleketin namı yürüsün.’’

Bırak namını damını!.. Sen hikáyenin gerisini getir len Salih.’’

‘‘Kafayı bulduktan soona kızın beline sarılıp karşıdaki diskoya götürücen.’’

‘‘Sen dans mans bilmezsin ki...’’

‘‘Len diskoda dans eden mi var dümbük!.. Herbir kesler ayakta muhacir işi şeytmekteler... Nataşa artıkın fırın sütlaç gibi yumuşamış senin pos bıyıklarını öpmektedir...’’

‘‘Uff!.. Gerisi çabuk gelsin, ateş bastı... Kendimi denize atıcam.’’

‘‘Sonra Nataşa'yı kaldığın her şey ekistıra dahil beş yıldızlı ve de denize sıfır tatil otelinin kılimalı odasına çıkarıcan. Üstünü başını soyucan...’’

‘‘Eee, soonaa...’’

‘‘Soonası noolucak len Sıddık... Karıya basıcan sopayı!.. Basıcan sopayı!.. Sen de Nataşa da mest!..’’

‘‘Ohh!.. Ellerin dert görmesin be Salih!’’

*

‘‘Ne oldu bre Erol?.. Bu uflamalar, bu inilemeler neden?’’

‘‘Ben bittim abicim. Ben maafoldum, hayatım kaydı. Artık yaşamak bana haram!’’

‘‘İşten mi kovuldun, şirketin parasıyla kumar mı oynadın?.. Ne halt ettin?’’

‘‘Büyük halt ettim abicim.’’

‘‘Yoksa cinayet filan mı?’’

‘‘Çok daha büyük bir halt ettim abi.’’

‘‘Yahu, ben seni nah şuncacık yaştan tanırım. Doğru dürüst bir delikanlısın. Eline, beline, diline hakimsindir. Üstelik karıncaya basmamak için yolunu değiştirirsin. Tuttuğunu koparırsın, aklın her işe erer, elin her işe yatar.’’

‘‘Sen öyle san abi, ben beceriksizin tekiyim.’’

‘‘Neyi beceremiyorsun be... Dök içini belki yardımım dokunur.’’

‘‘Bana Hızır Hazretleri'nin bile yardımı olmaz. Yapamıyorum işte!’’

‘‘Neyi yapamıyorsun?’’

‘‘Dövmeyi.’’

‘‘Kimi dövmeyi?..’’

‘‘Karımı dövmeyi beceremiyorum abicim. Kendimi gaza getiriyorum. Öfkeler yapıyorum... Yerimden bir hışım kalkıyorum. O, karşıma geçip bir gülümsüyor... Gözlerinin içi bile gülüyor. Sonra kuğu gibi boynunu bir büküyor. Yüreğim yetmiş parçaya ayrılıyor. Kızgınlığım, öfkem hava kaçıran şamprel gibi sönüyor. Döveceğime ona sarılıp gözlerinden öpmeye başlıyorum.’’

‘‘Eee, ne var bunda?..’’

‘‘Ne varı var mı abi?.. Adım iktidarsıza çıktı.’’

‘‘Ne iktidarsızı yahu... Senin çoluk çocuğun yok mu?’’

‘‘Allah bağışlasın iki yavrum var. Ama erkeklik çocukla olmuyormuş abi. Karıyı dövmekle oluyormuş.’’

‘‘Karını dövüp dövmediğini nereden anlıyorlarmış?’’

‘‘Dayak yiyen karı cilveli yürürmüş. Orası burası morarırmış. Evinden arada bir çığlıklar gelirmiş. Bizde hiçbiri yok. Bütün arkadaşların eğlencesi oldum. Babam bile beni evlatlıktan reddetti. Kimsenin yüzüne bakamaz oldum. Boğaz Köprüsü nasıl abi?’’

‘‘Köprü uzak, sen bana gel de seni tekrar erkek yapayım Erol'cuğum.’’

‘‘Nasıl?’’

‘‘Boyayla... Bu moru karının gözünün etrafına süreceksin. Bu kırmızıyı da burnunun altına... Nah bu sargıyı da kafasına sar. Arada bir de evde yüksek sesle bağır... Bazen parasını ver özel bir cankurtaran bile çağır. Karın sedyeye binip bir sokak ötede insin. Sonra da babana git,
'Sen anamı bir kere bile sedyelik edemedin!' diye pofurda.’’

‘‘Ver elini öpiim abi!’’

*

Gayet öfkeliydim. Ertuğrul Özkök, yine muhtemelen rüyasında gördüğü zıpır bir fikrini yazıp çizmemi istedi. Ben tam en anlamlı ve vurucu cevabımı düşünürken toz oldu. Ertuğrul Bey'in en önemli özelliği cevap beklemeden buharlaşmasıdır. Adamın ağzı birinci heceyi söyledikten sonra açık kalır. Sonra da nereye gitti bu adam diye etrafına avanak avanak bakınır.

O öfkeyle eve vardım.

‘‘Yemekte ne var?’’

‘‘Biber dolması.’’

‘‘Nasıl?’’

‘‘Kıymalı.’’

‘‘Niye zeytinyağlı değil? Sen benim kıymalı biber dolmasından nefret ettiğimi bilmiyor musun? 40 yıldır öğrenemedin mi?’’

‘‘Senin neyi sevip sevmediğin çarşambadan perşembeye değişir.’’

‘‘Bak bir de karşıma dikilmiş laf yetiştiriyor. Yumuşak atın çiftesi pek olur hanım!’’

‘‘Tayyip kabak gibi tekerleneli beri sende at merakı başladı.’’

İşte olmuştu. 40 yıl sonra nihayet olmuştu. Yüzüme en cani ifademi takınıp yerimden ağır ağır kalktım ve eşimin üstüne yürüdüm.

*

Ertesi gün Fikret Ercan,

‘‘Geçmiş olsun abi’’ dedi.

‘‘Ne olmuş ki?’’

‘‘Gözün fena morarmış.’’

‘‘Haa, o mu?.. Kapıya çarptım.’’
Yazarın Tüm Yazıları