Bülent kaç kişi?

Bülent, şarkı türkü bir keyif damladı. Bir gülüyor yüzünde güller açıyordu.

Radyoyu kurcalayıp oynak bir hava buldu. Bir yandan oynuyor bir yandan şarkı söyler gibi konuşuyordu. ‘‘Mevlam kadını nasıl yaratmış? Melayikeden döndürüp yaratmış... Kanatlarını çıkarıp Melayike kısmını kadın yapmış. Hele hele benim Çiğdem'imi başmelekten tornistan etmiş. Oooh, sekseen... Doksaan!.. Şıkır da şıkır!..’’

Bülent, bir ara çekiştirip beni de göbek atmaya davet etti ama yüz vermedim.

‘‘Senin Çiğdem'in de kim?’’

‘‘Benim Çiğdem'im baldan tatlı, gülden güzel, ibrişimden ince, kanaryadan hoş şakıyışlı, tüpgazdan ateşli bir huri... Ooh, yüüz!.. Denizde yüüz!.. Karada yüüz!.. Şakır da şukur!’’

‘‘Hayırlı olsun, düğün ne zaman?’’

‘‘Babasını razı edince.’’

‘‘Adam, kızı vermezleniyor mu yoksa?’’

‘‘Dünden razı ama biraz mırın kırın ediyor.

Sürü sürü cezveleer kaaynasın!’’

‘‘Niye mırın kırın ediyor?’’

‘‘Benim iki kere evlenip boşanmış olmama taktı.’’

‘‘Yanlış hatırlamıyorsam sen iki değil üç kere evlendindi.’’

‘‘Her bir şeyleri de herife anlatacak değilim ya... Ama kız da bastırdığı için çaresiz razı olacak. Bülent'imin göbeciği oynasın!..’’

Bülent şarkı türkü oynayarak gitti. Eski bir dostumu mutlu görünce ben de keyiflendim, radyoyu kapatmadım.

* * *

Aradan birkaç hafta geçti geçmedi Bülent yine damladı. Ben hemen oynak bir hava bulmak için radyoyu kurcalamaya başladım.

‘‘Kes şu zımbırtıyı be!.. Bu havalar hep karı icadı. Kalça, göbek çalkalayıp erkek milletinin kanına girmek için icat olunmuş!’’

Bülent, burnundan sesli sesli soludu. Sonra sigarasını çiğner gibi içmeye başladı. Bu durumlarda ses çıkarmadan oturacak kadar Bülent'i tanıyordum.

‘‘Karı dediğin ne işe yarar be!.. Yemek mi pişirir?.. Pöh, bütün aşçılar erkek... Dikiş mi diker?.. En namlı terzilerle modacılar erkek!.. Erkek milletinin başına bela olmaktan başka ne iş yapar?.. Yılanla şirket kurup Adem Baba'mızı cennetten kovduran kim?.. Aslında kadın milleti dururken Allah, yılan mahlukatını niye yaratmış bilmem. Bundan sonra karı milletine paydos!.. Saçının bir teli bile hayatıma giremez!.. Artık erkekçe ve erkek erkeğe yaşayacağım billah!’’

‘‘Hişt oğlum tövbe de. Bu yaştan sonra olur mu?’’

‘‘Bal gibi olur! Bu işin bir kerameti var ki dünyada milyonlarca insan herif herife güle oynaya gül gibi yaşıyor. Padişah efendilerimiz binlerce içoğlanını saraya niye dolduruyordu? Karı milleti işlere burnunu sokup ortalığı berbat etmesin diye... Hürrem Sultan, koca Osmanlı'yı az kaldı batırıyordu. Allah'tan 4.Murat yetişti de namımız kurtuldu. Çünkü 4. Murat karı kısmını yanına uğratmazdı. Bin tane içoğlanı vardı.’’

‘‘Ufak at da civcivler yesin.’’

‘‘Bin olmasa bile yüz tane vardı. Yeniçeri ocağında Zülüflü Oğlan taburları niye kuruldu bakalım? Yeniçeri, karıya kıza dadanıp Osmanlı'yı batırmasın diye!.. Biz geç bile kaldık oğlum.’’

‘‘Aman beni karıştırma. Herif herife yaşanırsa insan soyu tükenir yahu.’’

‘‘Tüp bebekler ne güne duruyor?’’

‘‘Bu kadın düşmanlığı nereden icap etti?’’

‘‘Çiğdem yüzünden.’’

‘‘Babası mı vermedi?’’

‘‘Keşke vermeseydi. Karı düğünden bir hafta önce caydı, gitti bir kıroyla evlendi. Kadın milletinde ahlak ne gezer? Onca masraf boşa gitti be!..’’

* * *

Bülent sırtında yeşil bir cübbe, ayağında poturumsu bir pantolon ve bir karış sakalla birkaç hafta sonra yine uğradı. İkram olsun diye bir kadeh içki teklif ettim, küfretmişim gibi kötü kötü baktı. Radyoyu karıştırıp Kur'an okunan bir istasyon buldu. Uzun süre sallanarak dinledi. Sonra elindeki tespihi şakırdatarak bana döndü:

‘‘Bir daha Erbakan hakkında çizersen seninle fena bozuşuruz!’’

‘‘Hayrola, bu Erbakan'cılık da nereden çıktı?’’

‘‘Ülke ahlaksızlık batağında can çekişiyor. Soygun, talan, fuhuş artık en muteber meslekler oldu. Ahlaksızlığın tek ilacı dindir elhamdülillah. Bizler sapkınları imana getirmek için gece gündüz çalışıyoruz.’’

‘‘Sizler de kim?’’

‘‘Bizler hak yoluna baş koyan Müncimi Tarikatı'ndanız.’’

‘‘Öyle bir tarikatı hiç duymadım.’’

‘‘Senin gibi besmelesiz bir gavur Müncimi'yi nereden duyacak? Gırtlağına kadar günaha battın. Ahiret'i muazzamada yatacak yerin yok. Artık hak yoluna dön!..’’

‘‘Nasıl döneceğim?’’

‘‘Çizgi çizmeyi bırakarak... Şeyhim Abdülgafur Hazretleri insan sureti çizmenin Allah'a şirk koşmak olduğunu buyurdu.’’

‘‘Çizmezsem acımdan ölürüm.’’

‘‘Ölürsen hiç olmazsa Hak yolunda ölüp cennete gidersin.’’
Bülent, telaşla saatine baktı ve

‘‘Aman cumayı kaçırmayayım!’’ deyip fırladı.

‘‘Bugün perşembe!

‘‘Olsun, her gün mübarektir.’’

* * *

‘‘Bütün bu kriz ve IMF oyunları işçi devrimi yapmayalım diye!.. Ama biz işçi sınıfının hakkını söke söke alacağız.’’

‘‘Ama sen işçi değilsin ki, tüccarsın.’’

‘‘Olsun, benim gönlüm işçi. Alıp satarken emek vermiyor muyum sanıyorsun? Biz çalınan emeğimizin hakkını kapitalizmden alacağız.’’

‘‘Siz kimsiniz?’’

‘‘Biz EHDEP'iz. Yani emekçi halkın devrimci partisiyiz.’’

‘‘Müncimilik ne oldu?’’

‘‘Bırak hırsızları!.. Cami yaptırmak için bağışladığım ve topladığım bütün paraları Şeyh alıp kaçtı. Zaten din toplumların afyonudur!..’’

Bülent yumruğunu sallayarak birkaç slogan daha attı ve,

‘‘Taksim'de gösteri yürüyüşümüz var’’ deyip gitti.

Bülent her defasında başka bir adam olarak geldi. Bazen Bethofın hayranı, bazen Orhan Gencebay... Bazen Fenerli bazen Galatasaraylı oldu. Bazen paranın nimetlerinden coşkuyla söz etti. Boğaz'da yalı alıp yat yaptıracağını, Ferrari arabadan başkasına binmeyeceğini, yüzen lüks otellerle Bahama adalarına gidip 10 yıllık Şato Nöf dü Pap şarabı eşliğinde güneşin batışını nasıl izleyeceğini uzun uzun ballandırdı. Sonra Fransız Gruyer peynirinin İsviçre eski Goda ve Alman Emantaler peynirlerinin aralarındaki farkı anlattı.

Bir ara bir lokma ve bir hırkanın gönlü gani bir adamı mutlu etmeye yeteceğini savundu. Sonra da ortadan kayboldu.

* * *

Yıllar sonra biraz çıtkırıldım parlak bir delikanlı evime geldi.

‘‘Bülent Bey mutlaka sizi görmek istiyor. Kendileri çok hasta olduğu için gelemedi.’’

Şoför beni Boğaz'a nazır saray yavrusu bir villaya götürdü. Bülent gerçekten hastaydı, ama neşeliydi. Kötü bir haber duymamak için hastalığının cinsini soramadım.

‘‘Görüyorsun, sonunda insan bir lokma bir hırkayla da mutlu olabiliyor. Makarnadan gayrısı bana yasak. Kalkamadığım için de sadece pijamalarımın içinde yaşıyorum.’’

O sırada güzel eşi, bana Fransız Brut şampanyasıyla Rus havyarı getirdi.

‘‘Sosyalistlik ne oldu?’’

‘‘Yine sosyalistim be ihtiyar. Bütün ilerici partilere tonla yardım yapıyorum.’’

‘‘Ya dindarlık?’’

‘‘Hiçbir ramazanı ve cumayı kaçırmadım.’’

‘‘Hálá Fenerli misin?’’

‘‘Tabii, ama Galatasaray yönetim kurulundayım.’’

‘‘Kadın düşmanlığından ne haber?’’

‘‘Eşimi gördün, bakarken gözlerin kaykıldı.’’

‘‘Ama şoförünü de gördüm. Ömür boyu bir sürü değişik kişilikle yaşadın. Bir türlü kendin olamadın.’’

Bülent gözlerini Boğaz'ın ışıklarına daldırdı.

‘‘Ben hep kendim oldum be ihtiyar. Bir ömrü bir kişi olarak yaşamak zavallılıktır. Haydi, benim için de biraz şampanya iç ve bana cevap ver: Sen kaç kişisin?’’
Yazarın Tüm Yazıları