Orhan Pamuk’tan umudumu nasıl kestim?

23 Temmuz 2014

Haberin Devamı

Dikkat ettim. O güzel ”Sevgi İnsanı” şehir şehir dolaşıp “Hayırlı bir Cumhurbaşkanı Nasıl Olmalı?” konusunda ahaliyi aydınlatırken, edebiyatçı takımından çıt çıkmıyor.

Özellikle Nobel ödülü Oscar’ı kazanan Orhan Pamuk’tan görüşünü açıklamasını, bir aykırılık yapmasını beklerdim. Susuyor. Kimbilir hangi plajda kumlara serilmiş, yatıyordur.

Bu oğlan üçüncü dünya ülkelerinin Bayan Yazarları’na bir dadandı, pir dadandı. O dadanıştan beri muhalif duruşu filan kalmadı. İşi günü ağına düşürdüğü Bayan Yazar’ın sırtına altmış koruma faktörlü güneş yağı sürmek.

Sen güneşin altına yatıp, tenini yakabilirsin.

Ey Orhan Pamuk! Sen hakikatler karanlıkta kaldığında bir mum olup kendini yakabilir misin? (*) Onu de bana.

Haberin Devamı

Yarın, öbür gün “Bilmem ne sahillerinde martıyla buluşmak” diye bir roman yazdığını söyleyip karşımıza çıkma.

Adamın huyu böyle. Ne görürse oturup hemen romanını yazıyor. Kars’a teker kaşar almaya gitti. Kar romanını yazdı. İstanbul’da iki hafta aylaklık etti, İstanbul kitabını yazdı. Demek ki bunu bir oturak alemine götürseler bu sefer de “tepside kıvırma” romanı yazacak.

***

Bu Orhan Pamuk lisede öğrenciyken velisi bendim. Benim ofiste getir götür işi yapardı, yandan yandan da tahsilini sürdürürdü. Liseyi başarıyla bitirince tuttum bunu Robert Kolej’e yazdırdım.

O zaman Robert Kolej’in direktörü Humphery Bogart adlı bir Amerikalıydı.

Türk dostu, bir insandı. Bir gün bana telefon edip, okula çağırdı. Koştum gittim tabii. Müdür Humphery Bogart bunun işlerini bir bir anlattı. Bunu okulun helasında sigara içerken yakalamışlar. Son sınıflardan tombulca bir kıza da pandik atmış.

Müdür konuşuyor, bu odanın bir köşesinde başını öne eğmiş susuyor. Olay yine böyle bir Ramazan ayına denk gelmiş. Oruç kafama iyice vurup, sinir katsayımı arttırmış. Müdür Bey’e Oxford lehçesiyle “You are hele be alone to us..” dedim. (Sen bizi hele yalnız bırak) Müdür dışarı çıkınca Orhan’a döndüm.

Haberin Devamı

“Gözlüklerini çıkarıp şu masaya koy..” diye bağırdım.

Döveceğim ya! Başıma bir de gözlük masrafı çıkmasın. Gözlüğü çıkarttıktan sonra buna yer misin yemez misin?

Valla insan olan o dayağı kaldıramazdı. Bugün aklıma geldikçe hâlâ utanırım. Fakat bu oğlanda deri değil, resmen manda göğnü varmış.

Ben buna nasıl vuruyorsam artık Bebek çevresindeki kimi evlerden “top patladı” sanıp, oruç bozanlar olmuş.

Müdür beyin Lauren Bacall adında güzel, romantik ruhlu bir karısı vardı. Sesleri duyunca dayanamayıp odaya girdi. Üç beş adet silleme tanık oldu. Dayağın şiddetinden o da ağlamaya başladı.

Orhan Pamuk’u o gün elimden zor aldılar. Müdür ağlıyor, öğretmenler ağlıyor, müdürün karısı ağlıyor. Baktım bu oğlanda tık yok. Sanki o dayağı ben yemişim gibi sırıtıyor.

Haberin Devamı

Bundan bir şey olmayacağını orada anladım. “Bundan sonra velin filan değilim, yalnız başınasın.” diye bağırıp, o hırsla odadan çıktım. (Keşki bir tane de uçan tekme atsaymışım)

Daha da bıraktım peşini. Sonra okuldan ayrılmış. Soranlara da “Okulu birincilikle bitirdim” deyip kendi yaptığı diplomayı gösteriyormuş. Yazar oyduğunu yıllar sonra duydum. Baştan duysaydım engeller Türk edebiyatını kurtarırdım.

Çok da para kazanıyormuş. En çok da ona sinir oluyorum.

(*) O cümleyi hiçbir yerden araklamadım, kendim uydurdum. Tweetlerken adımı belirtmeniz çok etik olur.

Yazarın Tüm Yazıları