Paylaş
Dünden Özet: Çatal Yürekli yazarınız ameliyata girer. Ona Adana pavyonlarından birinde konsomatris kadın yüzünden kapışıp “süngü harbi” yapan gençlerden birinin kalbi getirilmiştir. Çocuk civanmerttir, yiğittir, yazarımız memnuniyetle kabul eder.
***
Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey Profesör Dr. Osman Müftüoğlu’nun suratı oldu. Üzerime eğilmiş, yüzüme bakıyordu.
Bizim gazeteden Sebati Karakurt da fotoğraf çekiyordu. Belli ki oğlanı çaktırmadan içeri sokmuş. Ameliyatımda emeği geçen Amerikalı cerrahlar ise daha gerideydi.
“Oldu bitti işte abi..” dedi.
“Artık gıcır gıcır bir kalbin var. Seni en azından altmış sene idare eder.”
Ameliyatın kaç saat sürdüğünü sordum.
“On sekiz saat uğraştık. Ameliyattan sonra yeni kalbin bir ara durdu. Elektro şokla çalıştırdık.” dedi.
“Keşke elektro şok yapmayıp, el masajı ile çalıştırsaydınız kalbi” dedim. “Şimdi elektrik faturası çok gelir.”
Espriyi anlayan olmadı, birbirlerine suçlu suçlu baktılar.
BASIN KARTI GEÇMEDİ
Bazı teknik sıkıntılar çıkmış. Bendeki eski kalp “mangal yürek” dediklerinden olduğu için, çıkartıldığı zaman yeri boş kalmış. Adanalı delikanlının kalbi orayı doldurmayınca mecburen karından yağ çekmişler.
Yeni kalbin etrafına dolgu yapmışlardı, sert bir harekette sağa sola çarpıp çizilmesin. Ana damarları kolay bağlanmış. İnce damarları da Derby Jiletleri ile kesip, birbirlerine eklemişler.
(Dikkat! Bu yazıda ürün yerleştirme vardır)
İyi iş çıkarmışlar. Yeni kalbin durduğu anı hatırlar gibiyim. Önce büyük bir boşlukta pervane gibi döndüm. İleride bir ışık vardı. Rüzgâra kapılmış yaprak gibi ona doğru savruluyordum.
Işığın önüne geldiğimde Ak Sakallı Bir Adam yoluma çıktı ve sertçe “Bilet!” dedi. “Biz bilet almıyoruz” deyip Basın Kartımı gösterdim.
Burada geçmez, diye ters ters konuştu.
Adamın yüzü nurani ama sesinde bir aykırılık var. Kim olduğunu bilmiyorum da. “Bana bak papaz!” deyip sakalına sarılmışım, o da asasıyla başıma vurmuş.
Can acısı ile zıpladım. Meğer o sırada bana ilk elektriği vermişler, öte dünyada sopa gibi gelmiş.
ÖLÜP DE DİRİLMEK
Ak Sakallı Dede bir pislik çıktı, bir pislik çıktı. Bu kadar olur. İnadı da inat. Koskoca Basın Kartı’na içi boş Akbil muamelesi yapıp giremezsin, diyor.
“Girmiyorum lan” diye bağırmışım. “Girmiyorum işte, aldığınız yere geri götürün beni.”
O da bana o malûm şeyden çekmiş, asasıyla dürtmüş. Asanın ucu göğsüme denk geldi, canım yandı. Ben de aşağıdan tekme salladım ama denk getiremedim. Çünkü boşlukta gerisin geri uçuyordum. Tünelin ucundaki ışık da giderek küçülüyordu.
Ölüp de dirilmek böyle bir şeymiş işte.
Uyandıktan sonra doktorların ısrarına rağmen “yoğun bakıma” filan girmedim. Odamda, halka açık bir şekilde, dinlendim.
Kalbim iyi, saat gibi çalışıyor. Yalnız bende bir huzursuzluk hali var. Özellikle hemşirelerden biri odaya girdiğinde geriliyorum. Kızcağıza kimse bakmasın istiyorum. Hemşire ile birlikte gelen Amerikalı doktora az daha elindeki makası kapıp, saplayacaktım.
Yeni kalbin pavyonda can veren eski sahibinin huylarını devir aldık sanki. Belki de hakkımızda hayırlısı buydu.
Paylaş