Paylaş
Ama, “açılım” paketinden dişe dokunur bir şey çıkmadığı için hükümeti suçlamak, en hafif deyimle “samimiyetsizlik”!
Dişe dokunur bir şey çıkmayan paket veya projeden dolayı bile hükümet partisinin “PKK ile işbirliği” içinde olduğu iddiasının kol gezdiği bir ortamda, paketten ne çıkabilirdi? Hükümeti eleştireceksek, asıl eleştirecek tarafı, Kürt meselesi gibi bir çetrefili kolayca yönetebileceği ve üstesinden gelebileceği zannı ile büyük bir iddiayla işe girişip, işler sarpa sarınca savruluş sarmalına girmesidir.
‘DEVLET’ VURGUSU
Bu savruluşun en iyi ifadesi, “demokratik açılım”ın “Milli Birlik Projesi”ne dönmesidir. Bir adım ötede, olan bitenin “devlet projesi” diye takdim edilmesidir.
Hükümetlerin, anayasal çerçevede, devlet dediğimiz yapının bir parçası olduğu tartışılmaz, ancak bunun ötesinde bir “devlet” vurgusu ne demek istemektedir?
İzaha muhtaç değil mi?
Hükümetin, bunca itham karşısında savunma refleksine teslim olması da anlaşılabilir. Anlaşılabilir de, ilk adımda reflekslere kapanan bir siyasal atılımın mahiyeti ne olabilir? Yok, ben, mevcut hükümetin, her tür tepkiyi göze alıp, bir “devrim konseyi” gibi davranmasını bekleyenlerden değilim. Açık konuşalım, aslında hepimiz siyasi ufkumuz doğrultusunda devrimsel dönüşümlerin mümkün olmasını umarız.
Ancak, “devrim” dediğimiz şeyin aslında, herkesin doğrusunu diğerine zorla dayatma formülü olduğunu, sorun ve maliyetlerini kavradığımız için, demokratik değişim dediğimiz barışçı ve katılımcı formüle ikna oluyoruz.
Formül demokratik değişim olunca, hükümetlerin hareket alanı doğal olarak toplumsal tepkiler ve hukuki çerçeve ile sınırlanır. Ancak bu böyle diye, siyasi inisiyatifin ikide bir savunma refleksine kapanması mazur görülemez. Oysa şimdilerde olan budur.
Nedense, Meclis’te hükümet adına konuşmayı üstlenen Ömer Çelik’in konuşmasının, “bu açıdan” vahameti kimsenin fazla dikkatini çekmiş değil. Belki, Meclis’teki itiş, kakış havası içinde karambole geldi. Ama Çelik’in konuşmasının başında, CHP ve MHP’nin ithamlarını, güya tersyüz etmek için, Kürt açılımını boşa çıkarmak için bazı ülke istihbaratlarının nasıl çalıştığına dikkati çekmesi, yetmezmiş gibi, “Bu açılım olmazsa kimin işine yarar, bunu bir düşünün” gibi bir “Mahir Kaynak dili”ne müracaat etmesini ben çok kaygı verici buldum.
O da yetmedi, bir noktada, sataşmalar sonucu konu Mescid-i Aksa’ya kadar gitti.
Zora gelince, CHP ve MHP muhalefetinin mantık ve dilini benimsemek, onun içinden konuşmak, tıpkı, “devlet projesi” başlığına sığınmak gibi, savunma refleksinin ortama hâkim olması demek. Mescid-i Aksa popülizminden medet ummak da işin cabası.
TUZAĞA DÜŞMEDİ
Bu böyle olmak zorunda değil, nitekim, benim izleyebildiğim TV tartışmalarında Hüseyin Çelik’in bu tuzağa düşmediğine şahit oldum.
Ama belli ki mesele şahsi değil, hükümet partisi, demokratik bir açılım için bırakın paketi, projeyi, istikrarlı bir dil kurmuş değil.
Ve tabii unutmayalım, böyle bir dil ve anlayış topyekûn bir demokrasi anlayışı ve dilini benimsemekle alakalı, o noktada ne halde olduğumuz ise malum.
Paylaş