‘İSLAMCI siyaset’ ilk kez, Refah Partisi’nin doksanların başında gösterdiği yükselişle birlikte ciddi bir tartışma konusu haline gelmişti.
O zamanlar, bu harekete dışarıdan bakanların çoğunun tepkisi, ‘nereden çıktı bunlar?’ şeklinde olmuştu. Eskiden, ‘başörtüsü sorunu yoktu’, ‘herkesin anneannesi başörtüsü takıyordu’, ‘Türk veya Anadolu Müslümanlığı her zaman ılımlıydı’, ‘başörtüsü ve diğer dini söylem ve talepler siyasi idi’. Benim gibi, ‘Siyasi olmasının ne sakıncası var?’ diyenler ‘İslamcıları desteklemek’ ile itham ediliyordu. İslamcılara destek vermek o zamanlar, şimdiki gibi ‘baş tacı edilme’ ile değil, yedi köyden kovulma ile neticeleniyordu. * * * Gün geldi, devran döndü, ‘muhtar bile olamaz’ denen Erdoğan başbakan, eski muhalif İslamcılar, yeni muhafazakar muktedirler oldular. Zaman içinde fikirler, tutumlar değişti. Bu sefer, İslamcılığa dair en ufak bir itirazda bulunmak, ‘muhafazakar baskı’ ihtimalinden söz etmek, ‘statüko bekçiliği’, ‘eski rejim muhafızlığı’ ile yaftalanır, yargılanır oldu. Eski hocam ve her zaman dostum Binnaz Toprak’ın, muhafazakar baskı konusuna değindiği araştırması, bu ortamda, sert bir tepki ile karşılaştı. Şu günlerde, ‘şehirli müslümanlık’ üzerine yazdıkları, makul bir şekilde tartışılmak yerine, yine aynı çerçevede düz bir tepkisellikle karşılaşıyor. Geçmişte kendisini ‘İslamcılara fazla ılımlı bakmakla’ suçlayanlar dahi, baş demokrat kesildi, yazdıklarının altında bit yeniği aramaya koyuldu. * * * Doğrudur, zamanında İslami kesimin hak ve özgürlük mücadelesinin önünü, ‘Türk Müslümanlığı’, ‘anneanne başörtüsü’ ile susturmaya çalışan çoktu, bu uğurda, ellerinden geleni artlarına koymadılar. Benim bu konularda sayısız yazım var. Ama hal böyle diye, şimdi işi sansürcülüğe dökmenin alemi yok. Kemalist veya laiklik adına esip gürleyen baskıcı söylemler bir vaka diye, yükselen muhafazakar dalganın baskıcı sonuçlar verebileceği iddiasını konuşamayacak mıyız? Tüm devrim veya değişimlerin özgürlükçü potansiyelini kurutan, çözdükleri statükoya benzer başka bir katı statüko inşa etmeleridir. Türkiye’de, eski İslamcı - yeni muhafazakarın iktidarı, özgürleştirici, demokratikleştirici imkanlarını yeni ve baskıcı bir statüko inşası çerçevesinde yitiriyor. Tarihteki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, bu kez de, yeni statükonun bir çok baş savunucusu eski statükocular arasından çıkıyor. Yine, Toprak’ın gündeme getirdiği, ‘Endişeli modern’ tabirine bile tahammülü olmayanların arasında, AKP’nin 2002 seçim başarısını kabul edilmez bulan ve ‘gerekirse halka rağmen demokrasi’ formülü arayanların olması tesadüf değil. * * * ‘Şehirli Müslümanlık’ konusuna gelince, keşke bu konuyu, siyasi bir polemik değil, öncelikle bir kültür kaybı sorunu olarak enine boyuna konuşabilsek. Bu konunun tartışıldığı bir TV proğramında Hidayet Taksal’ın işaret ettiği gibi, bence de, şehirli Müslümanlığın kaybının nedeni, öncelikle İslami radikalleşme değil, sekülerleşme sürecidir. Ancak, sekülerleşme sıklıkla iddia edildiği gibi, sadece Cumhuriyet devriminin baskıcı politikalarının eseri değil, Osmanlı son dönem modernleşmesinin, Osmanlı üst tabakası ve şehir nüfusu üzerindeki etkisinin sonucudur. Bu kesim, sekülerleşme/modernleşme ve Batılaşmanın itici gücü olmuştur. Osmanlı üst sınıfının, Cumhuriyet devrimi ile en az sorunlu olduğu konu budur. Dahası, bu sadece Türkiye’ye değil, Tüm Müslüman toplumların modernleşme sürecine dair bir durumdur. Ben bu süreci, Radikal gazetesinde, ‘Beyaz Türklerden AK Türklere’ başlıklı bir yazı dizisi ile özetlemeye çalışmıştım (2,3,4 Ekim 2008). İlgilenenler tekrar bir göz atabilirler. Amaç, birbirimizi karalamak, göze girmek için sahne almak değil, bir meseleyi daha iyi anlamak ise, bu konuyu enine boyuna tartışabiliriz.