SAADET Partisi’nin İstanbul Belediye Başkanı adayı Bekaroğlu’nu bir zamanlar, hakkaniyet adına, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz’e karşı savunmak ihtiyacı duymuştum.
Şimdi aynı ihtiyacı, eski çevresi ve hatta arkadaşlarının haksız eleştirilerine karşı, insafa davet adına duyuyorum.
Siyasilerin, zamanla ayrı düşmesi, birbirine rakip olması, bu rekabet ortamında dillerini daha sivriltmeleri anlaşılır bir şey. Ama taraftar yazarların, siyasi rekabetin insafsızlığını son noktaya taşımaları benim için anlaşılır bir şey değil. Yine, AKP çizgisini, politikalarını, Saadet Partisi veya Bekaroğlu’nun siyasi çizgisine tercih etmek son derece anlaşılır bir şey. Herkes aynı görüşte olsa, zaten aynı çevreden farklı partileşme olmazdı, ama farklılığı, "AKP’de yer alamamaya" bağlamak veya bunu ima etmek belden aşağı vurmaktan başka şey değil.
İKİYÜZLÜLÜK SORUNU
Fazilet Partisi’nin bölünmesi sürecinde, gruplaşmaları yakından bilen biriyim. En azından Bekaroğlu’nun AKP kanadında yer almamasının, yer bulamamaktan öte bir tercih farkı olduğunu çok iyi biliyorum. Bekaroğlu’nu yakından tanıyan herkesin de bunu gayet iyi bildiğini biliyorum. Mehmet Bakaroğlu’nun siyasi görüşlerini beğenmeyebilirsiniz, siyasete bakışını fazla ütopik, fazla idealist bulabilirsiniz, ama siyasette kendine yer edinmek adına ortalara döküldüğünü, AKP eleştirisinin gerekçesinin bu olduğunu iddia etmek insafsızlıktan başka bir şey değil. Siyaseti şahsi ikbal adına yapmakla suçlanan adam, zamanında fakir hastalardan para almak bir yana, harçlık verip gönderdiği için mesleğini icra edemeyen bir psikiyatri profesörü!
Hele, seçim öncesinde Ergenekon üzerine söylediklerini çarpıtıp, onu darbecilerle aynı saflarda göstermeye çalışmak az görülür bir insafsızlık. Bakıyorum, Bekaroğlu daha Refah Partisi döneminde insan hakları mücadelesi verirken demokrasinin adını ağzına almayanlar, aklı neredeyse "nizamı álem"e yatanlar, Bekaroğlu’na demokrasi dersi verir oldu. Bu Bekaroğlu etrafında bir şahsi sorun değil, bu ülkede sıkça karşılaştığımız bir büyük ikiyüzlülük sorunu.
Bekaroğlu’nun Doğan medyasında gördüğü "itibar"ı parmağına sarmaya gelince, bu kuşkusuz, AKP’ye karşı olanların birbirlerine alan açması ile anlaşılacak bir şey. Ancak bunu söyleyenlerin iktidar partisinin ve politikacılarının Doğan Medya’da yer almalarını hiç sorun etmezken, Bekaroğlu’nun, söylemek istediklerine platform olarak şu veya bu medyada yer almasına tepki göstermesini, konuşmasına tahammül edememek dışında izah etmek mümkün değil.
İktidar onca taraftarı medyaya rağmen ve de haklı olarak, hiçbir medya fırsatını kaçırmazken, bir muhalifi bu imkanı neden elinin tersiyle itsin? Hele de, daha düne kadar sıkı fıkı olduğu eşi dostu bile yazdıkları yerlerde, eğer eleştirmeyeceklerse adını anmamaya yeminli gibi davranırken nerede konuşsun, meramını nerede anlatsın?
Kimse Bekaroğlu’nu eleştirmesin demiyorum, insafsızlık, haksızlık etmesin diyorum. Adam, "Muhafazakar kesimin ezilene, yoksula bakışı değişti" diyor, başörtülü kadın yazarlarımız "Vay, kadın ayrımcılığı yapıyorsun, neden başörtülü kadın cipe binmesin?" diye kıyamet koparıyor. O, "Bu hareket bir ’adalet’ arayışından çıktı, bundan uzaklaştı" diyor, "Başı açık cipe binsin, kapalılar fakir kalsın" demiyor, bunu anlamak bu kadar zor mu? Tartışmanın kadınlar üzerinden gitmesinden rahatsız olan, meselesi bu olan, erkekleri de işin içine katar, "Adil düzen diye çıkan bu hareketin geldiği noktada zenginleşme, belli hassasiyetleri yok etti veya azalttı veya azaltmadı" der, olur biter.
KÖR KUYU HAZIR
Ama belli ki konu o değil, hakkaniyet falan da değil, AKP çevresi, kendine yakın veya uzak hiçbir kesimin, hiç kimsenin en ufak itirazına, eleştirisine tahammüllü değil. Eleştirinin boğulduğu kör kuyu hazır; "darbecilerle kol kola girmek, AKP aleyhine fesat çıkarmak ve nihayet Doğan Medya’nın tuzağına düşmek!" Bunlarla yaftalanan adamın zaten yaşama şansı kalmıyor.