Paylaş
Veli, öğretmen, müfredat gibi eğitimin en önemli unsurlarına hakim olan Prof. Dr. Selçuk, bakanlık devir teslim töreninde “Öğretmen arkadaşlarım benim şahsımda MEB’in koridorlarında temsil edildiğini asla unutmamalı. Yaptığım her şey, öğretmene hürmet içindir” diyerek, öğretmenlere yönelik ilk mesajını verdi.
Eğitimde sınavlar, özellikle liseye yerleştirme gibi büyük grubu yakından ilgilendiren konuların yanı sıra kendisini bekleyen birçok problem var.
Eğitimci kökenli birinin bakan olmasının ardından öğretmenler kendilerine hak edilen değere kavuşmayı bekliyor, liyakattan asla ödün verilmemesi çağrısında bulunuyor. Sözleşmeli öğretmenler, aile bütünlüğünün sağlanması beklentisi içinde; eğitimciler de bakanlıkta etkin bir sendikanın hakimiyetinin azaltılması çağrısında bulunuyor.
2003-2006 arasında Talim Terbiye Kurulu (TTK) Başkanlığı yapan Prof. Dr. Selçuk’un önemli değişikliklerinden biri de ‘el yazısı’ uygulamasını getirmesi oldu. Bu konuda Hürriyet Eğitim’e verdiği röportajdan bir alıntı şöyle:
“Çocukların hem beyin, hem estetik, hem de ellerinin fiziksel gelişimi için çok daha etkili olduğuyla ilgili bir grup akademisyen toplandı. El yazısı konulması bu ekibin kararıydı, bürokratik bir karar değil. Uygulamanın programını, müfredatını yazan bir grup vardı. Ama o zaman bunun ilkokul boyunca devam etmesi, defterlerin belli şekilde yapılandırılması, öğretmen ve müfettişlerin eğitim alması gibi birbirini tamamlayan ve daha sağlıklı yapılabilmesi için gereken şartlar oluşturulmuştu. Fakat tedbirlerin hiçbiri alınmadı.”
MEB’e yabancı olmayan, 57 yaşındaki Prof. Dr. Selçuk’un rehberlik, davranış gözlemi, iletişim, gelişim, öğrenme ve mizaç konularında çok sayıda kitabı da bulunuyor. Yaptığı konuşmalarda, sınavlara yönelik eğitim anlayışının yanlış olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Selçuk’un üzerinde durduğu noktalardan biri de beceri ve sosyal kazanımların diplomadan daha önemli olduğu. Eğitim sistemine yaptığı eleştirilerle bilinen yeni Milli Eğitim Bakanı’nın, daha önce konferanslarda yaptığı konuşmalardan ve Hürriyet’e verdiği röportajlardan eğitimle ilgili görüşlerini yansıtan alıntıları arkadaşımız Esra Ülkar, şöyle topladı:
HAYATA DEĞİL, SINAVA HAZIRLANIYORLAR
“Gençlik hayata değil, sınava hazırlanıyor. Hayatın istediği becerilerle sınavın istediği beceriler, birbirinden o kadar uzak ki! Üniversiteyi üstün başarıyla bitiren gençler, genellikle iş hayatında hayal kırıklıkları yaşıyor ve yaşatıyor. İşyerleri ne yazık ki mezun profilinden memnun değil. Çalışma hayatında haftada bir sınav yapılsa bu gençler eminim çok başarılı olur. Ama firmalar proje yaptırıyor, çözüm senaryoları istiyorlar. Bu hiç adil değil, fakat çıplak gerçek böyle.”
GENÇLERE ÖNERİLER
“Diploma almayı ikinci plana atsınlar, diploma artık herkeste var. Önemli olan alınan dersler değil, ders dışında öğrenciliği boyunca ne yaptığı. Şimdi size birkaç kelime söyleyeyim ne hissedeceksiniz; angarya, bedava çalışma, hizmetçilik, hamallık... Bu kelimelerin tamamı gençleri irrite ediyor. Oysa üniversitede daha öğrenciyken, gönüllü etkinliklerde, sosyal sorumluluk faaliyetlerinde, çok başarılı şirketlerde yıllarca angarya da olsa, hamallık da olsa çalışmalılar. Çünkü bu tür deneyimler hayatta lazım. Diploma bürokratik bir gereklilik.”
DİPLOMA GEREKMESE KİMSE LİSEYE GİTMEZ
“Diploma olmazsa, öğrenciler üniversite sınavına başvuramıyor. Çocuklara desek ki, ‘Okula gitme zorunluluğu yok, üç yıl sonra sınava gir’. O liseye kaç çocuk gider? Açık liseye gidenlerin, kontrol altında tutulmasına rağmen sayıları gittikçe artıyor. Eğer çocuklar, okulun istediği şeyleri mecburen yapmak zorunda olmasaydı, o zaman direkt üniversitenin kendisinden beklediğine yatırım yapacaktı. Lise; çocuğun üniversitede başarılı olmasını engelleyen bir işlev görüyor. Yükseköğrenimin beklediğiyle sınavın gerektirdiği beceriler örtüşmüyor. Üniversiteler gün geçtikçe kendilerine daha zayıf öğrenci gelmesinden şikayet ediyor. Çocuklar genel olarak soru çözmekle, sınava odaklanmakla meşgul olduğundan, genel becerilerinde gecikme oluyor. Temel matematiği bile sınav temelli öğrendikleri için üniversitenin temel matematiğini anlamıyorlar. Çocuklar, hızlı soru çözmeye odaklanıp, kalıpları ezberlemeye dayalı matematiksel işlem becerisine öncelik veriyor. Anlam temelli matematikle işlem temelli matematik farklı. Çocuklar da üniversite sınavının hıza dayalı yaklaşımı yüzünden işlem temelli matematikle uğraşıyor.”
‘MİZACA UYGUN EĞİTİM MODELİ’ İÇİN ÇALIŞTI
- Dokuz Tip Mizaç Modeli Derneği Başkanı da olan Prof. Dr. Selçuk, çocukların taşıdığı özellikleri ortaya koymak için geliştirilen ‘Dokuz Tip Mizaç Modeli’ çalışmalarında da bulundu. Sistemin ilk aşamasında, öğrencilerin hangi tarz mizaca sahip oldukları belirleniyor. Ardından ‘mizaç yapılarına’ uygun olarak, hangi öğrenciye nasıl bir eğitim verileceği, nasıl davranılacağı tespit edilebiliyor. Karakter ve kişiliğin çekirdeğini oluşturan mizaç yapısını temel alan sistem, insanın doğuştan gelen, şekillenen ama değişmeyen yapısal özelliklerini ifade eden huy kavramından yola çıkarak farklılıkları tespit ediyor ve bunlara uygun eğitim yaklaşımı belirlemeye olanak sağlıyor. Böylelikle her öğrencinin bireysel potansiyeli ortaya çıkartılıyor. Öğrencinin bu ‘Dokuz Tip Mizaç’tan hangisini taşıdığını bilen öğretmen, çocuk karşısında hangi sorun için hangi yaklaşımı uygulayabileceğini biliyor.
Paylaş