Üç öğretmen birleşip beni görüşmeye çağırdılar. Çünkü Sinan bugüne kadar neredeyse İngilizce ödevlerini hiç yapmamıştı. Hayat Bilgisi, Türkçe ve Matematik ödevlerini ise eksik ve okunmayacak kadar kötü bir yazıyla yazmıştı.
Üçüncü senemiz olmasına rağmen yine başa dönmüştük. Çok fazla olmasa da ödevlerle sorunumuz oldu. Yaz ödevinin az olmasına rağmen, yine yapılmaması yüzünden el yazısı da berbat hale dönmüştü.
Oğlu ilkokula başlayan arkadaşım Elif de aynı sıkıntıları çekiyor. Ödev yapmak istemeyen, yapsa da bir şeye benzemeyen oğluna bağırıp duruyor. Oğlu da, aynı Sinan gibi neredeyse küstahlığa varan bir özgüvenle ona sevap veriyor.
Yahu neler oluyor?
İyi, güzel, özgüvenli çocuklar yetiştirelim istedik de bu kadar da güven olmaz ki!
Ana okullarımız, kreşlerimiz pek sıcak, pek sempatik. Çok anlayışlı, sevecen, ılımlı... Ödev de veriyorlardı çocuklara oysa ki! Acaba fazla mı gevşek bıraktık bu çocukları? Eski disiplin daha mı iyiydi!?
Tam bu esnada Ekol Drama Sanat Evi’nin sahibi Gülsen Çatıl beni "Ne var ne yok" kahvesine çağırdı. Mahallemizde buluşup birer kahve söyledik. Bana öyle şeyler anlattı ki, benim kafam yine karıştı.
Birincisi eğitim sistemimizde ciddi değişiklikler olmak durumunda. Çünkü eskinin ezberci sistemi, yerini problem çözen bir sisteme bırakmıştı. Ama öğrenci ve yurttaş profilindeki evrim incelendiğinde durumun yine değiştiği ortaya çıktı: Artık problem çözen değil, problem kurabilen, bu problem için çözümler üretebilen ve argüman geliştirebilen öğrenci yetiştirmek gerekiyor.
Bu kolay iş değil. Bu öğrencileri yetiştirmek için, onları yetiştirecek öğretmen de olması lazım. FMV Işık okulları, düzenli olarak bazı öğretmenlerinin bu değişimler konusunda eğitimler almasını sağlıyormuş birkaç senedir. Tabii bunların artması müthiş olur.
Günümüz çocuğuna bakıldığında belli konuların getirdiği sıkıntı ve korkular var. Boşanma oranının artması, binaların içinde yaşıyor olmak, bir sürü oyuncağın içindeki yalnızlık, çocukların kendine güveni olmayan ve gergin, saldırgan gençler olmalarına neden oluyor. Bu durumda da hedef belirleyemeyen, içindeki potansiyeli ve eğilimleri sosyal hayatlarında kullanamayan insanlar haline geliyorlar.
Gülsen Hanım bana eğitimleri sırasında oynadıkları binlerce oyundan birini anlattı. Çok hoşuma gitti. Çocuklara şunu diyorlarmış: "Farz edin ki burası ıssız bir ada. Ve burada bir yaşam kuracağız. Kim ne yapacak?"
Kim ne isterse yapabilir. Ama bir yaşam kurulması lazım. Ayrıca birkaç yasak da var. Kimse kimsenin duygu ve arzularıyla alay etmeyecek, kimse kimseye zarar vermeyecek gibi...
Başta bilgisayar mühendisi ve futbolcu gibi en sevilen şeylere yönelinse de, aç kalınamayacağından birinin fırıncı olması gerekiyor. Ve bununla başlıyor çocukların ağzından fikirler çıkmaya.
Ben de deneyeceğim bizimkilerin üzerinde. Onları ne kadar yönlendirebilirim bilmiyorum ama bizim çocuklardan neler çıkacak merak ediyorum. Kesin kimse fırıncı falan olmak istemeyeceğinden "Cep telefonuyla adaya yemek getirtiriz" gibi cevaplar alacağım.