Bu bebek yaz bebeği bu bebek kış bebeği ortada bahar seçeneği

Bu sayfa anne olduktan sonra başlayan bir dünya içinde gelişip duruyor. Doğumdan sonraki ilk gün bizim ilgi alanımız dahilinde. Hamilelik deseniz, bambaşka bir álem... Ve bana kalırsa çok heyecan verici bir dünya da değil. (Ama bu tamamen konumuz dışında...)

Dolayısıyla bu sayfada doğum öncesi ile ilgili konulara pek girmeyi düşünmüyordum. Yine de geçen gün Sabah Gazetesi'nde gördüğüm bir yazı duruma müdahale etme isteği uyandırdı içimde.

Yazıda planlı hamileliklerde doğumun yaz aylarına denk getirildiği yazıyordu. Hastane istatistikleri planlı gebelik sonucunda yaz aylarında doğumların arttığını ortaya koyuyor. Son 10 yılda yüzde 10'luk bir artış gözlenmiş. Anneler bu durumun avantajlarını anlata anlata bitiremiyorlarmış. Mesela bir anne rahat banyo yaptırabildiği ve bol sebze-meyve bulunduğu için yaz aylarını tercih ettiğini söylemiş.

İyi güzel de, yeni doğan bir bebeğe en az ilk dört ay boyunca sebze-meyve verilmez ki! Ana sütü almasa bile biberonla süt içer.

Ayrıca, yazının gidişatına baktığımızda, yaz ayları, bahar aylarıyla bir tutulur gibiydi. Doktor Moşe Benhabib şöyle demiş: ‘‘Gebeliğin son ayları en zor dönemdir. Eşler bu zor dönemi bahar aylarına denk getirerek daha az etkilenmek istiyorlar.’’

Gördünüz mü? Yaz değil, bahar diyor doktor bey aslında.

Uzun lafın kısası, siz siz olun, beni dinleyin ve planlı bir doğum yapacaksanız, bunun için yaz aylarını tercih etmeyin. Bahar ayları bu durumda çok daha iyidir. Özellikle de sonbahar...

Çünkü, birincisi, sıcak adamı mahvediyor. Hele ki hamileliğin son aylarını, şişmelerin, ağırlıkların, nefes darlıklarının had safhaya çıktığı günlerinizi ağustos sıcağında geçirmek ister misiniz! İstemeyin, mahvolursunuz. Vücudunuz ekstradan şişer. Çarpıntılarınız artar. Kendinizi yaşlı, mutsuz, umutsuz, sağlıksız hissedersiniz.

Bahar aylarının güzelliği tabii ki doğumdan sonraki ilk günlerde de kendini belli eder. Hava ılıktır ve çocuğu gezdirmeye müsaittir. Banyo yaptırmak daha kolay olur.

Ben kasımda doğurdum, en iyi arkadaşım da ekimde. Onunki yağışlı bir gündü, ben ise neredeyse pencerelerin açık olduğu bir ortamda doğum yaptım; hava nefisti. Ama hastaneden çıkarken hava iyice kapatmıştı.

Bizimkiler planlı gebelik değildi. Tedavi görüyorduk çünkü, ne zaman çıkarsa piyango, dünden razıydık! Biz de banyo faslına hemen başlayanlardandık. Odasını ısıtıp banyosunu orada yaptırırdık, çünkü çocuğu hasta eden, esasta ısı değişimleridir. Yani sıcacık bir banyoda yıkandıktan sonra daha serin bir odaya alıp giydirmek onu hasta edebilir. (Kış aylarında buz gibi suyla çocuk yıkayan insanları da duydum. Ben asla cesaret edemem ama o çocuklar hasta olmuyorlar...) Bu tip önlemleri aldıktan sonra kışın banyonun da bir tehlikesi yok. Ayrıca anne sütü çocuğa antibiyotik etkisi yaptığından, çocuk ilk aylarda kolay kolay hasta da olmaz zaten.

İlla ki yaz ayında doğuracağım diye ısrar ediyorsanız, haziran ayını tercih edin derim. temmuzu riske etmeyin, ağustostan kaçın! Sıcakların her sene daha da bir arttığı, hissedilebilir, acı bir gerçek artık çünkü...

Bir de tabii bizde çocuk giydirmek gibi ciddi bir sorun var. Bebeği sarıp sarmalamayı giydirmek sanıyoruz. Neyse bu konuyu burada keselim ve bebek giyimi ile ilgili güzel bir araştırma yapalım da yazalım bari...

Yarın büyükanne ve büyükbabaların günü

Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, hatta Emzirme Günü var da aile oluşumunda her şeyin başı olan, bir bebeğin yetişmesinde anne-babalar kadar etkisi olan büyükanne ve büyükbabaların günü yok mu sanıyorsunuz? Tabii ki var. Hem de bu sene 25. yılı kutlanıyor.

Büyükanne-Büyükbabalar günü bizde henüz pek bilinmiyor. Çünkü diğer özel günler kadar coşturulmadı. Bu günün yaratıcısı Amerikalı bir nine. Fayette County, Batı Virginia'da yaşamış. Marian McQuade adında, 15 çocuk, 40 torun ve sekiz küçük torun sahibi bir büyük-büyük-anne...

McQuade, bu konuyla ilgili çalışmalara, 1970 yılında başlamış. 1978 yılında çabaları sonuç vermiş ve Başkan Jimmy Carter'ın onayıyla Büyükanneler-Büyükbabalar Günü belirlenmiş. O günden beri her yıl Amarikalıların Labor's Day (İşçi Bayramı) gününden sonraki ilk pazar, Büyükkanne-Büyükbaba Günü olarak kutlanıyor. Yani yarın.

Bu günün amaçları şöyle sıralanabilir: Büyükanne ve büyükbabaları onurlandırmak, onlara ve torunlarına, birbirlerine duydukları sevgiyi gösterme fırsatını tanımak, bunun yanında küçük çocukların nazarında, yaşlıların verebileceği gücün, aktarabilecekleri tecrübelerin, önderlik vasfının altını çizebilmek...

KATKILARI TARTIŞMASIZ

Bilindiği üzre, son yıllarda bu tip özel günlerin sadece tüketim çılgınlığına hizmet ettiğine dair eleştiriler var. Şimdi bu durumda gidip, harıl harıl büyükanne ve büyükbabalarımıza hediye mi aramamız gerekiyor?

Bunu bilemem ama anneanne ve babaannelerin çocuk yetiştirmedeki katkısı kesinlikle gözardı edilemez. Öyle ki pek çok kadın, çocuklarını yetiştirirken, annelerinin karışmasından son derece rahatsız olduklarını itiraf ederler. Gerçekten da biraz eski kafalı olan büyük ebeveynler kimi zaman yeni anneyi çileden çıkarabilir. Zaten ilişkilerinde sorun yaşayan ana-kızlar doğumdan sonra bu geçimsizliğin daha da arttığını dile getirirler.

ZEVKLE İLGİLENİYORLAR

Kaynanalar ise başka bir durum! Kendi annesine söz geçirebilen yeni anne, kaynanasına sesini çıkaramadığı için ciddi gerginlikler yaşanabiliyor. Ama son zamanlarda gazeteleri okuyan, yayınları ve gelişmeleri takip eden pek çok büyükanne yenilikleri kabul etmiş durumda. Bunun sonucunda, artık yeni anne-büyükanne ilişkileri söz konusu. Eskisi gibi çocukları kat kat giydirmeyen, yemek yesin diye çocuğu ya da kızlarını boğmayan, doğumdan sonra kızlarının eski formlarına bir an önce kavuşmasını isteyen büyükanneler var artık.

Bu büyükler torunlarıyla sadece mecburiyetten dolayı değil, zevk aldıkları için ilgileniyorlar. Onlarla olmaktan zevk alıyorlar. İşlerini, güçlerini bırakıp onlara koşuyor, fizikleri el verdikçe onlarla zıplayıp hopluyor, oyun oynuyorlar. Benim anneannem bile Sinan'la oynarken bir saat yerinden kalkmadan oturabiliyor ve Sinan onunla kahkahalar atarak oynayabiliyor. Bunu ondan başka becerebilen de yok!

Onlar kendilerine de dikkat ediyorlar. Sağlıklı olmaya çalışıyorlar. Yediklerine, giydiklerine önem veriyorlar. Torunlarının çocukları sanılmasına da bayılıyorlar. Üstelik torunlarla ilgilenmek, çocukla ilgilenmekten daha kolay. Oynarsın, bakarsın ama bir sorun çıktığında da annesinin kucağına verip gece rahatça uyumaya gidebilirsin. Evet, uykusuz kalmadan, aç kalmadan bir çocuk sahibi olma fikri hiç de fena değil.

Ama yeni büyük ebeveynler bunu da biraz farklı yaşıyorlar. Çocuğun her gelişimi ile yakından ilgileniyorlar. Çocuğun gideceği yuvaya, okula bile hep birlikte karar veriliyor. Dedeler en iyi oyuncakları onlara almak için sabırsızlanıyor, hatta kimi zaman biraz abartabiliyorlar. Bu durumda büyük ebeveynler ile yaşanan gerçek sorun da ortaya çıkıyor: Çocuğun şımartılması...

Pedagoglar çocuğun büyükanne-babaları tarafından biraz şımartılmaya hakkı olduğuna inanıyor. Çocuklar için de, büyükler için de bu bir ihtiyaç. Mühim olan bunun sınırlarını doğru belirleyebilmek. Zaten onlar çocuğu sadece şımartmıyor, annenin veremediği kimi geleneksel eğitim yöntemlerini de torunlarına aktarabiliyorlar.

Her ne kadar doğumdan sonra yeni anne ‘‘Ben yaparım’’ krizine girse de büyükannelerin varlığının önemini inkár edemeyiz. Öyle olmasa hálá pek çok kadın doğurma kararı vermeden annesine yakın bir yere taşınmayı düşünmezdi, öyle değil mi?.. (Tabii büyükbabaların da...)

MÜTHİŞ ANNEANNELER GRUBU

İşte müthiş bir anneanne-babaanne grubu. Bazılarının bir bazılarının ise iki, hatta üç torunu var. Ve onlar bunun tadını çıkarabilenler arasında. Soldan sağa: Sara Haviyo, Leyla Acıman, Süzet Sisa ve Mirey Roditi.

ANNEMİN KÖŞESİ

Görevimiz alışveriş!

Annemle giyim ve dolayısıyla zevkle ilgili her konuda tarzımız her zaman farklı olmuştur. Hatırlarım, 12 yaşlarımda bir yere davetli gideceğimiz zaman bana pembe çiçekli şeyler giydirir, farkında olmadan gün boyu mutsuz olmama neden olurdu. Evet, ben ve pembe! Olamayacak iki şeydi. Sonraki yıllarda yavaş yavaş olaya hakimiyetimi koydum doğal olarak.

Ama kocaman kız olduktan sonra bile, annem bir yere gidip de bana giyecek bir şeyler aldığında, hediyeleri sadece dolapta yaşadı.

Sonunda bunu çözmek adına bir formül bulduk. Beraber yeni sezon dergilerini kucağımıza yaymayı adet edindik. Ben ‘‘Bak bunu sevdim, bunu sevmedim. Böyle bir şey giyerim ama bu tip giymem’’ diyerek, ona kendimi ve giyim zevkimi detaylı şekilde izah ettim. Sonunda annem beni öğrendi, daha doğrusu kabullendi ve ben, onun bana aldıklarını, kendi aldıklarımdan bile daha çok giyer hále geldim.

Şimdi bu yazının vermek istediği mesaj ne?

Anneler ve kızlarının iyi iletişim içinde olduğu zaman bütün sorunlarını hálledebilecekleri mi?

Yoksa yeni sezon yaklaşırken annelere düşen alışveriş görevinin ağırlığını hatırlatmak mı?
Yazarın Tüm Yazıları