Hayatın benimle esprili bir şekilde konuştuğunu artık kendime ispatladım.
Düşündüğüm bir şey absürd bir şekilde bana göz kırpıyor. Bir kelime birkaç yerde karşıma çıkıp, sanki bir ok olup bana bir şey göstermeye çalışıyor. Daha doğrusu şöyle: Ben kendime bir tema seçiyorum, sonra o tema üzerine hayat emprovize yapıyor.
Resmen caz bu, naz bu ama haz da bu! (Ne yapayım seviyorum işte kafiyeleme oyununu)
* * *
Örnek vermek istiyorum. Resmen tatlı tatlı ce-e’ler görüyorum. Ya ben bir iğneyi ele aldım deli gibi önüme geleni birbirine dikmeye çalışıyorum, ya da bilmiyorum işte.
* * *
İki hafta önce Paris’e giderken uçakta bir çizgi roman okuyordum. Romanın başında yazar bu kitabı neden yazdığını anlatıp şu cümleleyle bitirmiş: Eylül, Paris...
* * *
Dönünce, tamam tamam en sonunda ben de deyip, Da Vinci şifresine başladım. Kitap Paris’te geçiyor. Paris’te Louvre müzesini görmemek olanaksızdır diye bir cümle var.
Ama ben koşturmaktan görmedim!
Gidip de içindekileri görmediğime tam pişman olacakken, Ekim’de Paris’te Louvre Müzesi’ndeki bir gösteriye davet edildim.
* * *
Küçük de olsa tesadüf değil, biliyorum değil, hissediyorum değil.
* * *
İki gün önce insanın hayattaki tek amacının mutluluk olup olmadığını merak ettim. Bu konuda çeşitli diyaloglara girdim. Kafamı bununla meşgul ettim.
Sonra dün arabada giderken dinlediğim açıkradyo bir kitap tavsiye etti.
(Bu arada ondan önce de sesinde bol katran bulunduran Tom Waits dedi:) Kitabın adı: Mutluluk Paradoksu!
* * *
Bir şey yapmayı düşündüğümde, bir konuya yoğunlaştığımda, Truman Show’da hissediyorum kendimi. Sanki sokakların, restoran ve kafelerin isimleri değişiyor, insanların bahsettikleri şeyler, sarfettikleri kelimeler karşısında şaşırıyorum. Algıda seçicilik falan demeyin. Yani görmek istediğimi falan görmüyorum. Diyorum size hayat bizimle konuşuyor.
Hem de senli benli, ‘bana bak’lı, muzip bir tebessümle, şakacı bir uslüpla.
* * *
Bir şeyi gerçekten isteyip kılıcını kaldırdığında, evrenin bütün enerjisi, he-man misali, she-la misali, gölgelerin gücü adına sende toplanıyor ya, bu da bununla bağlantılı.
Ama daha o bağlantıyı tam kuramıyorum. Düşünceye davet eden kitaplar okurken çok oluyor. Tam her şeyi anlamam yakınmış gibi bir haldeyken, kitap elimden kayıp düşünce, ve etrafımı bir ışık sardı saracakken, hoop iki elimden birindeki ip kaçıyor.
Beynimdeki lavabo deliğine dört bir yandan akıttığım bilgi nehirleri yön değiştirip, kıvrılmaya başlıyorlar. Gerçi beynimizin yüzde bilmemkaçını kullanıyoruz da doğru değilmiş ama, yok bir yerden sonra kullanıma kapalı. En azından benimki!
* * *
Şu cümleler size nasıl geliyor?
Her şey her şeyle bağlantılı? Tesadüf diye bir şey yok? Bir şeyi gerçekten istersen evrenin tüm enerjisi onu gerçekleştirmek için organize olur?
Evrenin tüm enerjisi?
Evren?
Enerji...?
Gerçek.....?
* * *
Ben enerji santralciliği oynamayı bırakıp, kovalamaca oynamaya gidiyorum.