Paylaş
Herkesin bazen küçülmeye ihtiyacı olur. Küçük bir kapı vardır, büyük bir diyara açılan. O kapıdan geçmek gerekir bazen.
Utanmadan, gocunmadan küçüldükçe küçülmen gerekir o kapıdan geçmek için. Sonra göreceklerin senin yeryüzündeki cennetin olabilir.
Böyle zamanlarda, mesela gidip bir sekoya ağacının yanında durmak iyi gelebilir.
Sana “Seni gidi insancık, bu alemde herkes zerrecik” diye hitap eden bir canlının olması, içini ilahi bir teslimiyetle doldurabilir. Yeri geldiğinde küçülmesini de bilen, her yerden geçer.
Ağaçlar etraflarındaki her şeyle diyalog halindedirler. Toprakla, rüzgarla, iklimlerle, güneşle, köklerindeki minerallerle, havada uçuşan polenlerle, kuşlarla, arılarla, onları çevreleyen tüm canlılarla canla başla konuşurlar. Onlara tepki vermeden bir an bile durmazlar.
Canlılığın ancak iletişimle devam edeceğini bizden bile iyi bilirler.
Ağaçlar kendilerini şartlara göre şekillendirebilirler.
“Nastic” denilen küçük hareketlerle, yapraklarını, dallarını hatta köklerini bile kıpırdatabilirler.
Kökleriyle yerçekimine boyun eğerken, dallarıyla gökyüzüne doğru esnerler. Zıt yönlerde uzayarak büyürler.
Ağaçlar, kendi sağlıkları için, kendilerine benzemeyen türlerin bilhassa yanında kök salarlar. Bir ağaç, kendi türünden biri mikrop kaptığında, ona da bulaşacağını bildiğinden, gider kendinden apayrı bir türün yanında durur. Tropik ormanlar tam da budur işte.
Kendinden başkasını ötekileştirmeyen, hiç hasta olmaz.
Ağaçlar, tek bir yaprağı bile ayırt etmeden, binlercesini güneşe doğru kaldırırlar. Bu büyük bir iştir. Dallarıyla, meyvelerini, çiçeklerini ve yapraklarını teker teker güneşe tutarlar.
Doğada gölgelerden kaçma kanunu vardır. Herkes, yüzüne güneş ışığı vursun ve kabul görsün ister.
Bunu başaran ağaçların mimarisi şaheserdir.
Ağaçlar birbirlerine hiç benzemezler. Tik ağacı çok yavaş büyür, sekoya ihtiyacı olan suyu sisten alır, incir ağacı sadece bir tür yaban arısı sayesinde çiftleşir, mangrov ağaçlarının kökü suda durur, gülle ağacının meyveleri gövdesinden çıkar, huş ağacı melankoliktir...
Doğayı kutlamak, her birini farklarıyla kabul ederek sevmektir.
Ağaçlar, bizim büyüğümüzdür. Bu dünyada bizden evvel vardılar ve bizden çok daha uzun yaşarlar.
Erdemli insan olmayı, bir arada yaşamayı onlardan öğrenebiliriz.
Buda’nın, bir incir ağacının altında aydınlandığı söylenir.
Demek ki bir insan, bir ağacın altında, gerektiğinde küçülüp değişerek ve evrendeki her şeyle mütemadiyen konuşarak ve bu çokluğu yüreğiyle kutlayarak aydınlanabilir bile.
Paylaş