Düşününce, hayatta çok az insandan etkilenmişim. Kitaplarda, filmlerde, şarkılarda; yazıyla, görüntüyle, sesle varolanları saymazsam eğer, bir elin parmaklarını geçmez. O etkili insanlar bana hayattan daha büyükmüş gibi gelir.
Hayat onları ordan oraya savuramaz, çaresiz bıraksa da nefessiz bırakamaz, zamanıyla sıkıştırıp mekanıyla ezemezmiş gibi gelir. Enerjileri karşısında kendinizi bir köşede şarja takıp ‘keşke onun kadar dolsam’ dersiniz. Katılmamak istediğiniz fikirlerine onlar kadar ateşli argümanlar geliştiremez, en sonunda o fikirleri giyinip kuşanıp davetlerine katılır, zeytine kürdan batırırsınız. Aynı anda yapabildikleri şeylerden iki sonuç çıkar: Ya onlardan görünmez birkaç tane daha vardır ya da onlar zaman dilimlerinin en büyüğünü kapmıştır. Yaydıkları yüksek frekans ‘bir şey’, algı eşiğimizin ötesinde, fark ettirmeden bize hipnoz yapar, hükmeder. Hakkımızda söyledikleri bir söz önce bizi delik deşik eder, sonra bir cevap anahtarı olup içimizi doldurur. Sinan Çetin işte böyledir.
Ben ona birkaç sene önce bir şarkı yazmıştım, galiba doğum günüydü. Şarkının adı ‘Sinan Çetin ben seni anladım!’dı. Dinler dinlemez gülmüş, etraftaki kalabalığa ‘Bakın benim adıma bir şarkı yazıldı, sizin adınıza yazılmış şarkı var mı?’ diye sorarak onları ‘bana şarkı yazan kimse yok’ parantezine alıvermişti! Ama aslında o da, bütün büyük egolar gibi, kendisine şarkı yazılmasına şaşırmıştı. Filmler kralı Sinan Çetin bir aslan gibi Plato’larda kükrese de, geceleri keçi gibi bir tepede tek ayak uyurdu.
Sinan Çetin’in yanından kafanız boş, içiniz loş ayrılamazsınız. Onun liberal düşünceleri ‘içindeki devi uyandır’dan daha fazla gaza basmanıza neden olur, patinaj yapanlara artık acımazsınız. Kolunuzun altına sımsıkı tutturulan Ayn Rand kitaplarına bu gece yatmadan başlamalıyım dersiniz. Sonu noktayla biten kendine acıma, şansı olmama ve başkalarına suç atma cümleleriniz koca bir ‘tembel miyim?’ sorusuna dönüşür. Akşam aynada, yan gelip yatmaya yarayan cılız pazularınızı sıkar, kolunuzda kendinize ait bir dağ ararsınız...
Çayı sever. Ercan’dan Özcan’dan çay istemeyi sever. İnce belli bardak sever. Açık içer. Şeker koyar. Şekeri karıştırırken karşısındakine tatlı şeyler söyler. Kötü sözlerin, zaten farkında olunan göbeklerin ve yüzdeki çizgilerin altını çizmez. Çizeni sevmez.
***
Yönetmenliği yap boz oyunu gibidir. Çektiği görüntüleri yan yana koyarak cümleler kurar. Hatta değişik bahanelerle hep aynı cümleyi kurar. Vazgeçmez. Bazen ‘ve’yi, bazen ‘işte o yüzden’i, bazen de ‘aslında’yı çekmeyi unuttuğunu görür. Gider çeker getirir. ‘Ve işte o yüzden’ vazgeçilmez. ‘Aslında’ cümlesi değişmez.
‘Nil, yüzüne güneş al!’ benim en sevdiğim Sinan Çetin fişimdir. Hazırkart’ları çekerken yüzümün gölgede kaldığı anlarda ‘Güneşe doğru dönesin ki ışık alasın, ışık alasın ki kamera yüzünü görsün’ anlamındadır. Ama benim için anlamı bambaşkadır.
***
Bir de komik Sinan Çetin halleri vardır ki onları size en iyi Teoman anlatır. Otururken bacaklarını yukarı aşağı indirip kaldırarak spor yapması vardır, ‘seyirci bunu sormaz’ lafı vardır, bir de şöyle bir fıkrası vardır: Bir Plato akşamı bahçede otururken Sinan yanındakilere Teoman’la ilgili bir şey demek ister. Der ki: Bu adamda deve tüyü var!.. ??? Sessizlik ve Sinan Çetin çatık kaşla bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında yüzünü yana çevirir. Sonra yüzünü daha da buruşturarak öteki tarafa dönüp kendi kendine fısıltıyla sorar :... Ayı?
Ayrıca Sinan Çetin Türkiye’nin resmi yönetmeni, ‘Film Gibi’nin duayeni, 4 çocuk babası, güzeller güzeli Rebeka’nın kocası, Cihangir’in toprak ağası, Ayn Rand yayıncısıdır.