Paylaş
Bu anlar bana mucize gibi geliyor. “Demek başka yerlere gideceğiz, tamam” diyorum.
Bu bahsettiğim otobüse, trene, uçağa binilip çıkılan yolculuklardan değil, rüzgarın götürdüğü bir yer.
Sadece sana esen bir rüzgarın. Olur ya öyle.
Bir telefon çalar, birden saçlarına rüzgar dolar.
Bir yer seni bekliyordur ve ayakların senden önce heyecanlanıp koşmaya heves eder, ama nefeslerin gelip kalbini sakinleştirir.
Öyle bir duygu.
İnsanları kabaca ikiye ayırdım kafamda.
Kalplerini dinleyenler ve korkularını dinleyenler. Şimdi bunlar çok farklı patikalar.
Birinin nereye götüreceği belli olmaz, öbürü çoğu zaman ya hiçbir yere götürmez ya da bildik yerlere götürür.
Hep aynı yerden aynı manzaraya bakmak gibi. Riski yokmuş gibi görünür ama bence en büyük risk hep aynı yerden aynı manzaraya bakmak.
Ben kalbini dinleyen biri olmayı deniyorum. Onlardan olmak istiyorum.
Ne zaman fırsat gelse, kalp ve korkular aynı anda bir şey diyorlar.
Daha doğrusu aralarında saniyelik bir fark var. İlk hep kalp konuşur aslında.
Göz açıp kapayana kadar der diyeceğini. Git der, kal der, evet der, olmaz der ama muhakkak konuşur.
Sonra güya aklını başına alıp, korku gelir azıcık gecikmeyle.
Şöyle bir boğazını temizler ve başlar sıralamaya, vıdı vıdı vıdı. Genellikle dinletir de sözünü.
Ben ona kulak asmamayı yeni öğrendim.
Aramızda kalsın, hafif paranoyak buluyorum onu.
Bence doktora gitmeli ve biraz rahatlamalı.
Evet hayat muhteşemle felaketin evliliği ama felaket onun sandığı kadar da çok değil.
Bu yolculuk ihtimali, saçlarımı ilk havalandırdığında, kalbimin dediğini hemen duydum korkular yetişmeden. Git dedi.
Sonra denilenleri duymadım bile, ilk adımı atmıştım çoktan. Her şey ilk adımla başlar.
Sonra hızlanır adımlar, o yavaş ve tereddüt dolu ilk adımı atmayı başarırsan, nasıl hızlı koştuğuna inanamazsın sonra.
Adımımı atınca, yer havaalanlarındaki yürüyen yollar gibi yürümeye başladı.
Beni ormanlara, derelere, şelalelere, o suların kaynağına götürdü.
O kayadan atladım, ortasında yılmadım, yoldaki ağaçların hepsine dokundum diye kendimle gurur duydum dönüşte.
Neden dönüş diyorlar anlamıyorum. İnsan yolculuk sonrası hep başka bir yere gidiyor aslında.
Aynı olmuyor ki hiçbir şey. Ben de değilim.
O ormana sabah 9’da girdim ve akşam 4’te çıktım. Ve hiç durmadan yürüdüm, dere boyu.
Islanarak, yılmayarak, durmayarak. Girerken hevesliydim, çıkarken yorgundum ama tamamdım.
Sanki bir parçamı daha koymuştum. Yapbozumda eksik olan ve şimdi bana beni daha da çok gösteren.
Biliyorum artık neler yapabildiğimi. Kendime şaşırarak bir teşekkürü borç bilirim.
Bunu da hediye etmek lazım kendine.
Yolculuğa çıkmak ve yaşayacaklarını yaşayıp başkası olarak dönmek mitolojide kahramanlara özgüdür.
Kendimi bir nevi kahraman olarak da gördüm. Kimsenin aferini kendine aferin kadar mutlu edemez.
Nereye gittim, neler oldu yakında paylaşacağım. O güne kadar, saçınızdaki rüzgarı hissettiğiniz an yola çıkın derim.
Hep olmaz o rüzgar ve bir bildiği var.
Paylaş