Paylaş
Fakat o içli içli şarkı söyleyen kadın her ne yaşıyorsa, dibine kadar yaşıyordu.
İnşallah Tanrı bana öyle aşklar nasip ederdi.
Yok, bizim ilkokulda henüz öyle ‘ayrılığa hazır değilim’ filan bir çocuk yoktu.
Ama gelecekti o. O yüzden ben şimdiden aynada şarkıyı mükemmel söylemeliydim. Bir ayin gibi, aşkı çağırdığım yıllardı.
Henüz aşık olmadan, aşkı şarkılardan öğrendim. Ankara’daydım zaten.
Etrafta fazla bir şey yoktu. Büyümek için mükemmel bir yerdi Ankara.
Sonra... Sonra evdeki Cem Karacalar, Barış Mançolar, babamın gitarla daha değişik söylediği Orhan Gencebaylar, Nilüfer’in ‘Erkekler Ağlamaz’ı, Nükhet Duru’nun bizi saran melankolisi, Erkin Koray’ın Kör Olası Çöpçüler’i filan derken kulaklarımız gönüllerimiz güzel müzik, kendine has ses doldu.
Bunlar öyle seslerdi ki, başkasınınkiyle asla karıştıramazdın. “Nükhet Duru mu?” sorusu olmazdı yani. Etraftaki sesler imza gibi, parmak izi gibi biricikti.
Sonra benim bir gün, odamın şeklini tamamen değiştirmeye karar verdiğim bir yaz, kütüphaneyi duvara doğru itelerken, teypten “Mazeretim Var Asabiyim Ben” çaldı.
O albüm Pearl Jam’in “Ten” albümü gibi, Alanis Morisette’in “Jagged Little Pill” albümü gibi geldi bana. Sar sar, dinle dinle. Öğren, anla, büyü, geliş, öğren, isyan et, boyun eğme!
Hepsi vardı içinde.
Avazım çıktığı kadar bağırdım o yaz. Asabi olma özgürlüğüm vardı artık.
Sonra ben evde babamdan duyduğum ritim ve akorlarla ‘takılmaya’ başladım gitarla.
O günden beri, hâlâ adam gibi çalamadığım o ahşap ses kutusu, kucağımda ritmi akorlara vurdukça dudaklarımdan laflar dökülür oldu.
Tuhaf laflar, kek tarifi veren şarkılar... Çocukluğun kıyılarıma vurduğu ne varsa onlar. Bütün yukarıdakiler ve bütün duygular.
Kendimce bir yer edindim çok şükür. Sevenim var. Hiç sevmeyenim var. Her şey olması gerektiği gibi yani. Konu ben değilim zaten. Bugün, bir dinleyici olarak dertliyim.
Bir şarkı duyup kıskanmak, kıskançlıktan çatlamak, akorlarını çıkarmak, evde gizli gizli kendi kendime söylemek, onu kendimin yapmak istiyorum. O şarkıyı bulamıyorum.
Dere mi kurudu? Laflar mı bitti? O insanlar mı gitti? Geçiş dönemi mi bu? Buraya kadar mıydı? Bilmiyorum. Sebebini düşünüp bulamıyorum.
Sorup soruşturdum, türkülerde de aynı kuraklık varmış. Yeni güzel türkü de yazılmıyormuş.
Bu, olayı daha da geniş çaplı bir sorun haline getirdi kafamda. Şimdi sorup duruyorum:
Aşkımı daha da sırılsıklam hale getirecek, beni çaresizlik bağımlısı yapacak, gözlerimi ilk dinleyişte dolduracak o şarkı kimin?
Gece yarısı arabama atlayıp, ritmiyle gaza basıp, yüz elli kere art arda dinlemezsem uyuyamayacağım şarkı yazılmıyor mu?
Evimin şeklini, karakterimin şeklini, kibarlığımı altüst edecek isyanı başlatacak o dört kelime hangi nakaratta da duyurmuyor kendini?
Güzel Türkçe sözlü şarkılara aşeriyorum. “Senden Daha Güzel” gibi... “Fırtınalar” gibi... “Senden Öğrendim” gibi... “Cambaz” gibi... “Sil Baştan” gibi... “Lal” gibi... “Yandım” gibi... “Paramparça” gibi...
Onlar çaldıkça, ben dinledikçe mahvolmak istiyorum. Bu kuraklığın sebebini çözemedim gitti ama benim hâlâ umudum var Mazhar Abi.
Paylaş