Eğer karikatürünü çizmek gerekseydi, kendisini olduğu gibi çizerdik. Benim için türünün orijinali olmak, böyle birşey.
Peki kimdir bu Zeki Bey? Zeki Bey, 20 yıldır New York’ta yaşayan, şu anda burada bize şoförlük yapan ve Jim Jarmoush’a rastlasaydı, her filminde oynayacak olan beyefendidir. Beyefendidir’i kibarlık olsun diye yazmadım. Beyefendi, kibarlık olsun diye zoraki ince bir tona çıkmadan, kalbinizin bütün kapılarından jilet gibi geçmeyi başaran kişidir. Öbür türlüsüne ’kibar adam’ denir. Ki bizim şu anda bahsettiğimiz tipi anlamamız için, kibar lafı çok ’sıfat’ sıfat kalır.
Ben, başımıza, üstümüze başımıza, ruhumuza, aklımıza fikrimize, hayatımıza Zeki Bey’in hoşgeldiğini, daha havaalanında anladım. Bizi alacak olan arabanın sadece plakasını biliyorduk. Bize doğru gelen arabanın, hakikaten o araba olduğuna inanmam için, plakasını 3 kere içimden tekrar etmem gerekti. Evet, sonradan Zeki adını, Arif’den daha çok kullandığını bize söyliycek olan Zeki Bey, bizi almaya 69 model açık yeşil bir Ford’la geldi. Arabanın arkasında ’Satılık’ ilanı vardı. Sağa çekerken, komik hareketler yaptı. Komik hareketler yapan insanları hemen sevmemin sebebi, hayatın, insanı soktuğu binbir maymun halini kamufle etmekten daha önemli şeyler olduğunu, bize hatırlatmalarından olsa gerek. Onların yanında, insan egosunun fazla gazı gak diye çıkıveririr ve nedenini tam bilmeden rahatlarız. Arabanın ön koltuğu, eski dolmuşlardaki gibi birleşik. Bu yüzden iki kişi rahat rahat, öne oturabiliyor. Üç kişinin ön koltukta yan yana, fasulye gibi dizildiği bu yolculukta, New York gökdelenlerinin üzerimize çullanmasının imkansız olduğunu hemen anladım. Bu adam ve Fordu, bizi New York’un içinde bir kapsüle soktu. İnsan bazen refakatçisinin koruyucu bir melek olduğunu hisseder ya, o misal.
Zeki Bey’i Zeki Bey yapan, sabit şeyler var. Bu seyahati Zeki Bey’li yapan, çok şeyler var. Çok uzun ve ince oluşu. Ne giyerse giysin, boynuna doladığı atkısı. Birşey tarif ederken, ellerini zarifçe dalgalandırması. Konuşurken cümlelere küçük harflerle başlayıp, noktada frene basmayan ses tonu. Örnek: ’Her ne kadar gideceğiniz yeri bilmiyor olsam da / uzak ya da yakın fark etmez / gideriz.’ Her zaman her koşulda, kendi içinde huzurlu ve mutlu olduğunu belli eden, bir oda bir salon ruhu. ’Bu araba, kaloriferi çalıştırınca, bir anda amma da ısınıyor!’ diyince verdiği cevap: ’İnanın bu arabayı / Amerika’nın Kars’ından aldım / yani normal’. Hayatta u dönüşlerinin hep muhtemel olduğunu hatırlatan elastikiyeti: Kırmızı için dönelim isterseniz?
(kırmızı bir ayakkabıda aklım kalmıştı). Arabanın satışı için, hep beraber sergilediğimiz küçük komedi sahneleri. Örnek: Trafikte yan camdan bize ’how much?’ (ne kadar) diye bağıran, hiphopu çok açık, hummer limuzinli siyah soföre, ’t-wel-we thousand’ diye bağırırken, çıkardığımız sesler ve havada 12 yapmaya çalışan ellerimiz. (Şu an aradı. Otelin önüne gelmiş. Tamam birazdan iniyoruz dedim. Cevabı şu oldu: Acele koşturmaya gerek yok / sadece bilin.) İşte böyle paranteze almak gereken cümleleri.
Açınca, bize sadece önemli birkaç haber veren ve 10 dakikada bir hava durumunu bildiren, zaten diğer istasyonları (canı) çekmeyen radyo. Kendinden başka bir istasyonu, (canı) istese de çekmeyecek olan Zeki Bey. Bu ikisinden başka bir istasyonu (canı) çeksin istemeyen Nil Hanım.
Camın dışında, (canı) herşeyi çeken New York ya da Nil Hanım’ın tabiriyle, Zeki Bey ve Ford’u olmasa (hakikaten) çekilmeyecek olan New York.