Paylaş
Bunu fark ettiğim yaz, bu yaz oldu.
Orası bir çocuk cenneti. Plastik kovaların, kamyonların, küreklerin herkesin olduğu komün alan. Kaleler yapılıyor harıl harıl.
Çocuklar için ‘sonraki zamanlar’ olmadığından, daha sonra dalgaların kaleleri yıkacak olması önemli değil.
Böyle bir şeyi söyleyecek olursan, aval aval suratına bakarlar.
“Yapmayalım, bak bu kadar uğraşıp dev bir göl yaptık, etrafına kat kat kale koyduk ama bu yarına burada olmaz söyleyeyim” dersen, “Eee?” derler. “Şu an oynuyoruz ya.”
Biz hiç başıboş gezmiyoruz bunu fark ettim bu yaz. Hep bir yere gidiyoruz. O yüzden de hep acelemiz var.
Çocuk öyle yapmıyor.
O senin kafandaki sinsi planı bilmediği gibi, hep olduğu yerde. Onun için geçiş yerleri yok yani, her yer vardığı yer. Her yer bir yer.
Orada salyangoz olabilir. Oranın tepesinden kuş geçebilir. Orada rüzgar esebilir. Orada bir kedi uyuyordur. Oraya kozalak düşmüştür. Oraya güneş vurmuştur. Orada bir çocuk daha durmuştur.
Ya da sadece basitçe, oraya giden bir yol vardır. Bu yeter.
Geziniyordur zaten. Acelesi de yoktur. Çişi de yoktur.
Biz çocukları da, kafamızdaki bir yere götürüyoruz hep, bunu gördüm.
Bugünkü ‘gerçek çocuğu’ gelecekteki ‘hayal yetişkin’e haldır huldur sürüklüyoruz.
İşin pis tarafı, o hayal yetişkin bizim hayal yetişkinimiz. Onun değil.
O kendisiyle ilgili hayal kurmayacak kadar memnun ve meşgul. Biz hem kendimizden memnun değiliz hem de sıkılıyoruz. Onlar da elimize düşüyor.
Alison Gopnik, son kitabında ‘parenting’i eleştiriyor. Bizi yani.
Helikopter gibi çocuğun üstünde gezen halimizi.
Jimnastikten Fransızca’ya, tenisten santraca sürüklediğimiz, başını kaşıyacak vakit bırakılmayan çocukların, sandığımız süper kahramanlar olmayacaklarını anlatıyor.
Sadece güvende olsun, sevgiyi alsın, oynasın diyor. Oynasın diyor. Oynasın.
Marangoz değil, bahçıvansınız diyor. Sulayın sadece. Şekil vermeye, yontmaya çalışmayın.
Oyunu da yönlendirmeyin. Rahat bırakın onları.
Danimarka’da, 6 yaşına kadar eğitimin e’si yokmuş. Sadece oyun ve bol sosyalleşme. Oyun oynayan çocuk, senin onu sürüklediğin yerlerde olmayan şeyler öğreniyor.
Bir keresinde hiç unutmuyorum, bir eğitim uzmanı bana, “Nil Hanım, çocuğunuzun hangi dili konuştuğu değil, konuştuğunda ne dediği önemli” dedi. Altın harflerle kafama yazdım.
Rahat bırakalım. Bırakalım iki dakika sonra yıkılacak kalelerini yapsınlar, bir yere gitmeden oldukları yerlerde molalar versinler, günü gelince kendi hayallerini kursunlar.
Hayallerinin matah şeyler olduğunu düşünen anne babalar da gidip başka uğraşlar bulsunlar.
Sadece sevgiyle sulamanın yeterli olduğu yavruları rahat bıraksınlar ki, bahçeler yeşersin.
Paylaş