İki yıldan fazla oldu. Yazmak istemediğim zamanlar, yazıcak birşey bulamadığım günler oldu. Çok oldu. Yazıyı baştan okuyunca, gitgide içine doğru kaybolan bir girdapta yok olduğum oldu. Ne dediğimi bilmiyordum.
Yok yok, düpedüz birşey demiyordum. Şüphesiz, ben bu köşede durdukça, böyle günler çok olacaktır. Çünkü, herkes biliyor ki ben bir şarkıcıyım. Benim işim kıvırmak, soyut yapmak, somuttan kaçıcak delik aramak. Ben kafiyesiz yazamam, ben dümdüz gidip biryere varamam.
İki yıl, uzun bir zaman değil. Ama bir dilim işte. Hayatımda ince de olsa bir dilim.
Bu yazılardan iki tanesinde, Ertuğrul Özkök’ten tebrik telefonu aldım. İkisinde de saatin kaç olduğunu ve nerede durduğumu çok net hatırlıyorum. Ayşe Arman, babamın da en sevdiği ’patara’ yazımı kutlamıştı. Geçen hafta Cengiz Semercioğlu pazartesi yazılarımın tiryakisi olduğunu yazmış. Bugün, her pazartesi odasına kapanıp, masa lambasını yakıp, yazılarımı okumayı bir ritüel haline getirmiş bir öğrenciden mail aldım. Bunlar benim kalemimin mürekkebi. Dolmadan olmaz. Dolma kalemden başkasıyla yazılmaz. (mecaz yapıyorum tabi)
Her pazartesi yüzbinlerce Veli’nin, Veli’nin amcaoğlu Nusret’in ve onların memleketteki kapı komşusu Neriman Hanım’ın evine, ekmekle beraber girdiğimi bilmiyorum. Bunu bilirsem yazamam. Kendi yakın bir arkadaşımın bile okuğunu bilsem, daha değişik yazmaya başlarım. Ben, Ayşe Sözeri Cemal’le Ertuğrul Özkök’ün iki yıl önce birgün bana sundukları bu tahtı, mutfağımın sandalyesi zannetmezsem bir satır yazamam. Seveni kadar sevmeyeni, hatta seveninden çok sevmeyeni olabilir. Bunu da bilmiyorum. Bazı kelimeleri bilerek bozuyorum. Buna bozulanlar vardır. Bazı dilbilgilerini bilmemiş gibi yapıyorum. Bazılarını cidden bilmiyorumdur.
Buranın benim için boşaltılmış olması, benim küçükken ellerimden kaçan kelebeği, bugün boyuyor olmam gibi bir hediye. Hiç kimse bana, böyle yazma, şöyle yapma, bu böyle yazılmaz edilmez demedi. Diyebilirlerdi. Ben de burada, kendimi tutamadığım zamanlar hariç, şarkıcı Nil’den pek bahsetmedim. Burada Nil diye hayat meraklısı bir kadın otursun istedim. Galiba başardım bu bölünmeyi.
Belki her pazartesi, üç beş kişiyi tutup getirdi bana bu yazılar. Daha doğrusu beni tutup onlara götürdü. Götürdü de, orda öbür pazartesi kalmaya devam edebildim mi, onu da bilmiyorum. Bir bildiğim varsa o da, bugüne dek kendimi geçen Hürriyet Cumartesi’ndeki kadar büyük görmediğim. Ben kendimi dev aynasında bile, o kadar büyük görmedim. Şarkıcı filozof gibi bir sıfatı da rüyamda gördüm. Buradan Hürriyet’te çalışan herkese koşarak sarılmak istiyorum: çoktan da çok teşekkür ederim. Benim şarkılarımı üflediniz.
İnşallah, sabrın, inadın, kalemin, ustalığın ve sadeliğin peşinden koşarken nefessiz kalmam. Bıkmam, usanmam. Veli de gider Nusret’e okusana şu yazıyı der. İkisi Neriman Hanım’a telefon açar, yazıdan bir bölüm okurlar. Neriman Hanım’ın gözlerinden, bu yaşında birşeyi tam anlamanın sevinç gözyaşı gelir. İşte o gün, ben cumartesi ekindeki kadar büyük olurum.