Kışı beklerken Türk’ün ‘engellenen film’i Gora geldi.
12 Kasım Cuma, İstanbul’da hava tişörtlük. Güneşli Beyoğlu’nda, ünlü uyumu olan grameri olmayan ben, güneş gözlüklerimle yürüyorum. İşte en sonunda Gora’ya gidiyorum. Ama nedense kendimi mahkeme salonuna gider gibi hissediyorum. Sanki bir tahtaya vurup evet olmuş, hayır olmamış deme hakkı olan bir yargıcın kararını izlemeye gidiyorum.
Kendimi bu filmle garip bir şekilde özdeşleştirdim biliyorum. Niye kafamda bir jüri var?
Bu bir film değil mi? Biraz gülüp hafiflemeye gitmiyor muyuz? Fitaş’tan içeri girdim hemen iki soru sordular: Oynamak ister miydiniz? Bu filme müzik yapmak ister miydiniz? Üfff, sadece izleyen biri olamaz mıyım? Anladınız işte, havada bir cızırtı var. Bu kadar açız, neden keyif içinde bir goralı yiyemiyoruz?
* * *
Houston,
Türk’ün engellenen filmi, Türk’ün engelli atlama filmine dönüştü resmen. Çıkışı geciktikçe tahtasını yükselttiğimiz bir yarış atı oldu Gora. Bu yükseklikte bir beklentiyi kaç kahkaha ve kaç efekt karşılayabilir?
İçimizdeki bebe batı kompleksini ellerine teslim ettiğimiz bu goralıyı, kötü mama demek için mi yiyiyoruz? Biz bir filme bile meydan okuma olarak bakacak kadar, ‘yumruk sıkma geni’yle donatılmışız sanki. Bir günde hemen hissedildi Gora’nın üzerindeki bu baskı. Beklentinin gazı ağrı yaptı, rahatlayamıyoruz gibi oldu.
* * *
Houston duyuyor musun,
Gora’ya hafiflemiş uzay adımlarıyla giden,
Cem Yılmaz’la Ömer Faruk Sorak’ın Apollo 11’ine biner. Bir Türk olarak ilk kez uzaya gider, haline güler de güler.
* * *
Hey Houston,
Ben dün bindim, gittim Gora’ya. Türk’ün en komik adamı Cem Yılmaz’ı görünce otomatik olarak şişip, gülmekten patlamaya hazır olan suratımla. Dünyalar kadar güldüm. Geri dönmek istemedim. Gora’yı bize, bizi Gora’ya getirip götüren herkesin ellerine sağlık.