Şu keşfime bakın: herkes güzel, tercihen çok komik ya da dramatik, bir hikayenin peşinde.
Birbirimize, ki bunun olabilmesi için birden fazla olmamız şart, anlatacak bir şeyimiz yoksa, sessiz bir film kadar siyah beyazız.
Yazmamız, çizmemiz, filmini çekmemiz gerekmez, anlatalım yeter. Bizi başrole oturtan olaylar, ilginç bir zincir olsun yeter. Hem, birileri için en sürükleyici şey olmayı kim istemez?
İnsan bazen içinde bulunduğu hikayeyi ilginçleştirmek için, türlü tuhaf yollara başvurabilir. Başvurmalıdır da.
Madem hayat pıt diye akıp gidicek, gençlik güzellikten 3 gün içinde eser kalmıycak, o halde başımızdan anlatmaya değer olaylar geçmesi iyi olur.
Bu yüzden, güzel bir şey yakaladığımızda, onu eğip büker ve dönemeçler yaratırız.
Girdaplara dalıp çıkar ve absürd sorularla konuları uzatırız. Aksi halde hayat son derece sıkıcı olabilir.
Mesela, Göçek’te palet havlu şnorkel almak için girdiğimiz dükkanın tombul sahibi, indirim istediğimde ’sen fiyata karışma abla!’ gibi bir laf etmese, anlatıcak şeyim kalmayabilir. (Eşi de, ben bir şeyi duymayınca bana ’alooo’ dedi.)
Bu hikayenin okununca komik olmadığından eminim, ama o sırada benden bir duysaydınız...
Bence hikayeler başımızdan geçmiyor, biz başımızı hikayeden geçiriyoruz. Bu çok mühim bir fark. Birinde durup beklersin, diğerinde kıpırdanırsın.
Birinde rol oynarsın, birinde rol verirsin. Ben bunu kendi kulağıma fısıldadığımdan beri, hikayeler peşindeyim.
Başlıksız hikaye olmaz, o yüzden önce başlıklar peşindeyim.
Hayatın Ayşegül serisinden bir farkı yok. ’Nil Hindistan’da klip çeker’ episodum, iki ay sürecek olan musonlar yüzünden iptal oldu. Yerine güzel bir şey koymam gerek.
Hemen başımı bir hikayeden geçirmem gerek. Hemen başınızı bir hikayeden geçirmeniz gerek. Başlığı bulayım. Başlığı bulun.
Ben çok kopuk kopuk anlattım, siz daha derli toplu olun.
(koca adamların başı ilginç hikayelerden geçmez, bu yüzden saçmalamayı ve mantıksızlığı elden bırakmayın.)