En başta kendime...Kaygan mı kaygan, fırıldaklı mı fırıldaklı, tekerlek dolu bir aracın üstündeyiz. Yo, rüyamda değil, hayatta.
Vıjt vıjt geziyoruz. Nereden, nasıl, niye bindik bu şeye ve nereye gidiyoruz sorularının cevaplarını bilmiyoruz. (Teori ve teolojinin cevap anahtarları var ama her sınav kağıdına uymazlar.) Sormanın gerçekten anlamlı olduğu bir tek soru kalıyor geriye: Yolculuğumu nasıl geçirmeliyim? Bence bunda da ’çoktan seçmeli’ bir durum yok. Lunaparktaki hızlı tren gibi, inicek ve çıkıcak. Büyük bir tur attırıcak, o yüzden sakin olalım. Direksiyonun oyuncak olduğunu fark etmişsinizdir. Hepimiz, Kader beyle Kısmet hanımın şoförleriyiz.
Bütün bunları nereden uydurduğuma gelince, bir arkadaşımın önce çok yakın olduğu annanesi öldü, sonra kız arkadaşı trafik kazası geçirdi, sonra da teyzesi öldü. Ben de ona ’Bence bu bir yolculuk. Şu an, çok dik bir yokuştan aşağı iniyorsun. Ama merak etme, yakında güneşe doğru tırmanmaya başlarsın’a benzer bir şeyler yazdım. Başın sağolsunla geçmiş olsundan daha yardımcı geldi bana bu cümleler. Bir hafta sonra ’Daha iniyor, yukarı çıkıcağı zamanı iple çekiyorum’ yazmış.
Çeşit çeşit tur programı var. Tek başına tek seyahat edenler. Birisiyle tek seyahat edenler. Her şeyi taşıyarak tıklım tıkış gezenler, her şeyi bırakarak ferah ferah gezenler. ’İnip inip çıkıyoruz’cular, ’çıkıp çıkıp iniyoruz’cular. Hatchback, sedan, cabrio, coupe, dört çeker...tip tip araçlar kimi çeker, kimi çakar. Herkes hayta. Üzerinde gezi yaptığımız dünya bile. Bulmuş bir güneş, etrafında pervane.
İnsan böyle düşününce rahatlıyor. Yani bunun bir gezi olduğunu. Bazen çirkin, pis, karanlık, tehlikeli mahalleler, bazen de parklar, bahçeler, piknik yerleri. Bazen sis çıkar, yol sarsar. Bazen sular seller götürür. Bazen cennet manzaralar. Cennetle cehennemin burada olması bundandır belki. Her yeri görüyoruz. Her yeri geziyoruz. Korkmayın ama, en azından içimizde, girilmedik karanlık delik kalmayacak. Şımarmayın ama, içimizin içimize sığmadığı o yerlere de gidicez. En azından içimizde. Ööööyle dolaşıcaz tatlı tatlı. Pencereden dışarı bakın. Elinizi çıkarıp, rüzgara dokunun. Onun adı zaman. Sizin zamanınız. Bazen hızlıca esip gidicek, bazen tatlı, ılık ve yavaş geçicek. ’Geçen gidicek’ ama bunu unutmayın, bu her yolcunun başucu lafıdır. Mola yok, tuttu inicem yok, ne kadar daha yolumuz kaldı yok. Mızmızlanmayın.
Torpidolarınızı karıştırıp nasıl bir tur almışsınız ona bakın. Yok okuyup napıcam diyosanız, bırakın kendinizi oh ne güzel. Bu da benden yol şiiri olsun, size özel: