Ne zaman tavla oynasam ya da bişey oynasam, saklambaç da olabilir satranç da, hayatın küçük bir simulasyonunu görür gibi oluyorum.
Ya hayatın içinde her şeyden var ya da benim hayatın matematiğini anlamak gibi bir takıntım var, bilmiyorum. İçinde akıllı bir hamle yapma zorunluluğu olan her şeyde bir benzerlik var gibi geliyor. Sanki o deli dahi profesör gibi tüm bunları camlara yazsam, biraz açılıp pencereye baktığımda kocaman gözlerle kalakalırmışım gibi. Tabii bende o zeka, hayatta da o göz yok. Kendini tavlayla açık etmez. Ben de camlara yazmak yerine, buraya yazarım o zaman bulduğum benzerlikleri.
Amaç: Taşları toplamak
Toplamak için önce bütün taşları kalene girmen gerekir. Kırarak, kırılarak, sürekli kapı almaya çalışarak, açık vermeyerek. Açık verirsen de ya şansım yaver gidere güvenirsin ya da kırarsa ben de onu kırarım ihtimaline.
E peki toplayınca ne oluyor? Çok manidar bir tablo. Kalesi bomboş olan oyunu kazanır. Tam kazanmanın meyvelerini toplarken azalır, yok olur gidersin...
Düşeş: Altı altı
Bir kere hiçbir zar her zaman iyi değil. Düşeşi oynamanın en güzel vakti ilk el. Oyunun başı. Hayatın başı. Bu zar geldiğinde genelde herkes aynı şeyi yapar. Rakip çıkamasın diye kapı alır ve rakibin kalesinden çıkar. İşte Darwin amcanın bize iyice tembihlediği iki şey: Hayata tutunmak için gerektiğinde kaç, gerektiğinde senden kaçılmasını engelle.
Kapı almak: İki taşı üst üste koymak.
Kapı alırsan kırılmazsın. Sağlamlaşırsın. Diğer taşlarını kapının üstünde toplar, onları da sağlama alırsın. Tavladaki romantizm burda. Tek başına kalan bir taş kırılmamak için çabalar durur. Ya kaçıp kaçıp kaleye gelir ya da bir taşın üstüne gelip de kapı olacağı günü bekler. Hep yek geçen bir hayatta ironik bir çaba. Eğer kapıysan rakibin kalesinde bile bir cızırtı olursun, kapını açmadığın sürece sırtın yere gelmez. Peki kapını ne zaman açarsın?
a) Öyle bir zar gelir ki mecbur kalırsın
b) Rakibin kapı olamamış taşını kırarsın
c) Bazen rakibin seni kırması senin onu kırman için tek yol olur. Burdan şu sonuç mu çıkıyor yani: Tek kalan kırılmaya mahkumdur?
Ey dünyanın tüm yalnızları birleşin!
Çift atmak: İki zarın aynı sayı olması
Yukarıdaki iki sorunun cevabı tavlaya göre: Hiç de bile! Darwin amcanın biricik torunları olan hamamböcekleri gibi, çift atan hızlı hızlı, bazen kıra döke, bal gibi de girer kaleye. Ama biraz şanslı olacaksın, zarların yüksek olucak, bir de biraz hızlı geçiceksin tavlanın yollarından. Olsun mu? Yeter ki tek başıma kırılmadan geçip gideyim mi?
En berbat an: Oyuna girememek
Kırılmışsındır. Ve kapılardan sana girecek yol yoktur. Zarların elinden alınır. Zarlar bile sana şans vermez. Beklersin. Rakibin iyi bir oyunun meyvalarını toplar. Bu dünyada sana yer kalmamıştır, marsı düşünürsün. Derken eline zarlar konar. Sevmeden, inanmadan, umursamadan, kızgınlıkla fırlatırsan onları asla gelmez istediğin. Hangi sayıyı tuttuğunu unutanlara uğramaz ki sayılar. Halbuki hálá mümkündür kazanmak, tek kalmış bir taşı vurmak ve toparlanmak. Dünya döner çünkü ve güneş bugün ordaysa yarın mutlaka burdadır.
Hayatın/tavlanın yüzde kaçı şans bilmiyorum.
Ne düşeşler, ne kapılar, ne çiftlerim oldu yenildim.
Ne berbat anlarım oldu yendim.
Bence hayatta rakip Ali, Veli değil, benim.
Geçilmez kapıları da ben diktim, kırılan taşları da ben kırdım, 4-0’dan 4-5 olan oyunu da ben aldım.
Kendime ‘bakalım şimdi ne yapacaksın?’ı diyen de benim, ‘Hadi yavrum kemik!’diyen de.