Herşey Aylin’in telefonuyla başladı. Beni bir oyunculuk atölyesine çağırıyordu. Bezirgen başına kapıyı açtıran sihirli kelimeler şunlardı: ’Sophia Coppola’, ’annesinden öğrendiği, rüyalardan yola çıkan ilginç yöntem’, ’film yazmak, oynamak, çekmek isteyenler için’, ’ben katılmıştım New York’ta’, ’Greta’ ve ’sen seversin’.
***
Bazı zil seslerinin- telefon zili dahil- güzel şeyler başlatmak için çaldığını bilirim. Fakat bu seyrek olur. Ayrıca, ben fazla ’evet’ demem, bilmediğim yerlere yuvarlanan sayılara eklenmem, öyle pat diye bir şeylere dahil olamam. Haricen kullanılan bir şeyim ve buna için için sinir olurum. İşte sırf buna isyan olsun diye, sanki doktor tavsiyesi, ’evet’ dedim. Ge-li-yo-rum. Üstelik hiçbir fikrim olmayan bir şeye, kimler katılıyor bilmeden, haftanın dört günü 6 saatimi ona vermeyi kabul ederek. İşte macera böyle başladı. Geçen Pazartesi, mavi eşofmanlarımla Teşvikiye’de bir binaya doğru koşuyordum. Saniyesini bile kaçırmak istemediğim ’Greta’nın oyunculuk atölyesine geç kalmıştım.
***
İçeri girip, kenara oturdum. Yere oturmuş, çıplak ayaklı ve yuvarlak yapmış 18 kişinin halkasına eklendim. Aaa bazılarını tanıyorum, çok şükür. Tanımadıklarımı da hemen oracıkta seviverdim zaten. Hemen sevmekte hiç zorlanmam. Greta bir sandalyeye oturmuş, bizlere sorular soruyor. ’Herhangi bir şeyde oyunculuk yapmış olan var mı’ dedi. Parmak kaldırmadım. Şimdi zaten en geç gelen biri olarak, dikkat çekmemin alemi yoktu. Bir süre cevap olduğum soruların hiçbirine parmak kaldırmadım. Dikkatle izledim bu gözlüklü, rahat tavırlı, saçlarını arkadan toplamış, ayak parmağında gümüş yüzük olan tatlı kadını. Hepimize maille bir ödev gelmişti. Uyumadan önce, bize gelen o bir paragraflık yazıyı yazıp, başucumuza koyup öyle uyuyacaktık. Sabah kalkınca rüyamızı, ne kadar saçma olursa olsun, bir kağıda yazıp, ilk derse öyle gelicektik. İşte herkesin önünde duran o kağıtlarda yazılı şeyler onlardı. Rüyalar.
Sonra, aramızdaki o özel mi özel alanları talan etme egzersizleri başladı. Kimse yabancısı olduğu birine rüyalarını bağıra çağıra anlatmazdı, hadi anlattı diyelim sonra onu kendince yorumlayacak kadar soyunamazdı. Bir balığa, öyle hiç çekinmeden özel isim koyamazdı. İşte ilk gün hepimiz bunu yaptık. Yorganların altına gömülmüş o çarşafı, en ortaya yaydık. Sanki bir defile haritasıymış gibi, herkes ona baktı. Yorum yaptı. Tabi ya, aşağı yukarı hepimiz aynı yerlerde geziyoruz. Aynı hazineyi arıyoruz. Bunu unutup, insanlıkla paylaştığımız koca koca duygularımızı birbirimizden saklamamız ne garip. Hepimiz içimize don giymiyor muyuz sonuçta:)?
***
Rüya tuhaf bir diyar. Sabah uyandığımız ve daha gerçek olduğuna hükmettiğimiz bu dünya, bizi rüyaların tozdan yapıldığına inandırmaya çalışsa da, durum hiç böyle değil-miş. Şunu gördüm: Freud’un nefesi yettiği kadar ’bilinçler altında yirmibin fersah’a dalması boşa değilmiş. Orada canlılar var. Karanlıkta, kendi fenerleriyle önünü gören binlerce canlıdan oluşan, koca bir alem var. Bugünün felsefesi bizi şu ana endeksli döviz kuruna bağladığından beri, çocukluk ve rüyalar büyük değer kaybetti. Peki ben size, rüyalarda kendimize şifreli bir mesaj gönderiyoruz desem, çok mu derinlere dalmış olurum? Bize dair her cevabı bilen o içten sesli şeyin, çiçek böcek kılığında rüyalarda yaşadığını söylesem, haddimi aşar mıyım?
İzin verin biraz ileri gideyim. Hepimiz, benzer yollardan aynı yerlere varıyoruz zaten. Beni çok etkileyen bu atölye çalışmasını mümkün olduğu kadar detaylı anlatmak istiyorum. Bu sayede haftaya: Rüyalara bakınca görülecek şeyler ve aramıza ikinci gün katılan dünya tatlısı Hollywood starı.