Paylaş
Neye baksa, o şeyin çok önceki halini ya da çok sonraki halini görüyordu kız.
Annesiyle babası, sol gözünde iki bebekti, sağ gözünde çok yaşlı bir çift.
Dünyaya bakınca, sol gözü dinozorlar görüyordu, sağ gözü patlamalar.
Yağmura bakınca, güneş ve sis.
Ne yapsa, bugünü, şu anı göremiyordu kız.
Lanetlenmiş gibiydi. Hiç burada olamıyordu.
Gözlerinin gazabından kurtulamıyordu. Derken bir çözüm geldi aklına.
Tek gözünü çıkaracaktı. Fakat hangisini? Hep geçmişi gören sol gözünü mü, yoksa hep geleceği gören sağ gözünü mü? Karar veremiyordu.
Ah! Bugünü, şu anını bir kere olsun görebilseydi.
Bizim iki gözümüz de şu anı görüyor maşallah.
Fakat aklımız? Aklımız hep kaçak.
Ya geçmişte, ya gelecekte yakalamıyor muyuz çoğu zaman onu?
Bir kedi gibi ensesinden tutup, anımıza getirmek ne zor oluyor değil mi?
Mindfulness’lar, meditasyonlar, yogalar. Hepsi birer ‘şu an’ avı değil mi?
Azıcık sesleri kısmak ve durmak, bakmak, görmek için değil mi?
Çocuklar muhteşem varlıklar. Dala bakıp ‘anne bak dal’ diyorlar.
Ben her gün bakıyorum o dala, bir gün bile dalı görmeden.
Dala bakarken, dalıp gidiyorum ben. Endişelerimin altını kısmaya çalışıyorum. Hayallerimi köpürtmeye.
Laflarımı diziyorum kafamda sürekli.
Geçen gün spor yaparken, hiç spor falan yapmadığımı fark ettim.
Bedenim bir şeyler yaparken, aklım uçurtmasını uçuruyordu yine.
Baktım, her şeyi yanlış yapıyorum, eksik yapıyorum çünkü orda değilim.
Astral seyahatte gibiyim. (Acaba günlerimiz böyle savruk mu geçiyor?)
Aklıma, kendisini şu ana ne yapsa getiremeyen, filmdeki kız geldi. Bir yöntem bulmam lazımdı. Bu böyle olmazdı. Böyle yaşanmazdı.
Zıp zıp ileri geri zıplayarak bir yerde durulmazdı ve enteresanı bir yere de gidilmezdi.
İşte o sırada geldi aklıma faraş. Evet evet faraş!
Bir faraş hayal ettim. Fırçası sarı, haznesi mavi.
Aklıma gelen düşünceyi içine süpürmeye başladım.
Mesela günün geri kalanında, ne yapacağımı mı düşünüyorum? Süpür gitsin!
Hop uçuyor hakikaten. Bir tren gibi koşup koşup yakalıyorsun, o sırada yaptığını.
Geçmişin hülyalarına mı daldım, faraaaş!
Süpür gitsin. Sonra hülyalanırsın, şu an meşgulsün.
Şu an meşgulsün. Aklın meşgul çalsın diğer düşüncelere. Şu an bir dala bakıyorsun.
Şu an kollarımı kaldırıp indiriyorsun.
Seni dinleyen kolların var, kalk deyince kalkıyorlar, gücün var ne güzel.
Nefes alıp, omuzlarını arkaya, nefes verip bacaklarını yana.
Ne güzel makinesin. Ne güzel hareket etmek.
Ne büyülü bir ip, nefes. O ip, seni hayata dikiyor, hayatı sana.
Başka da bir şey yok aslında aranızda.
Çok sevdim bu faraş yöntemini. Ne zaman aklım sağa sola kaysa, çıkarıyorum faraşı süpürüyorum.
Hop yenisi geliyor bazen, onu da süpürüyorum.
Hep gelsin, hoş gelsin de, kalamaz burda.
Aklımın efendisi olduğum sürece, ben istemediğim sürece, öyle çat kapı gelmek ve ben ‘şu an’ı ağırlarken, aramıza girmek yok.
Hoş geldin faraş, hoşça kal geçmiş ve gelecekten gelen tozlar.
Paylaş