Tanıştırayım kendisi son zamanların favori röportaj sorusu olur:‘Yurt dışına açılma planlarınız var mı?’
Çevirisi, ‘şu suda biraz daha açılacak kadar yüzmeniz var mı?’ Anlamı: Hey adamım, sen küçük hedeflerin insanı mısın, yoksa bilmemkimler gibi büyük hedeflerin insanı mı? Bilelim de değerine ona göre bir ayar çekelim!
‘Yok!’ desen, daha doğuştan geleceğine marş olan ‘Go West’çi (Batıya git!) Pet Shop Boys amcalarına ne dersin? Sen onlar gibi merdivenleri teker teker çıkıp meşaleyi kapmak istemez misin?
Oradaki Karayipler’den güzel güneşi yüzüne yemek istemez misin? Deli misin?.. ‘Var!’ desen, beklenilen cevabı verip, sürekli merdiven çıkan Pet Shop Boys amcalarına aşağıdan mahçup bir selam çakarsın. ‘Burası Türkiye’ ama ‘var öyle!’cilerin arasında yarım porsiyon bir kendine güveni ısırırsın. Kafanda biraz ‘var öyle’yi açarsın: İngilizce... ‘var öyle’; müzik... var öyle (hatta bazen ‘ne var ki?)... tip top dans şans, vardır öyle niye olmasın?...
Daha henüz ‘Allahım! Sen beni yurdışında bir albümsüz bırakma yarabbim!’ günlerim gelmeden, üniversiteden yeni mezun sade hırslı bir Nil olarak New York’a ‘amcasının yanına’ gitmiştim. Elimde 2-3 demom da yok değildi. New York’ta showreelsiz, demosuz, cvsiz sokakta ne işim vardı? Bu demoları amcamların Hudson nehrine bakan gökdelen dairesinden New York’a bağıra çağıra söylemenin tadı başkaydı. Hissi tam şarkıdaki gibiydi: Burada başarırsam, her yerde başardım demektir. Aahh, New York, New York! Bugünlerden birinde Village’de oturan arkadaşım Merve’ye gitmek üzere gitarımla (demom zaten hep yanımda) tipik bir New York taksisine bindim. Zenci, bilge, neşeli.
Ve daha benim bırak yurtdışına, kendi içime bile açılmaya başlamadığım o kısa yolculukta çıktı ortaya. Şoförle yol boyu bir kaç cümle pinpon oynadık ve ben raketi bırakıp indim. 2-0 biten maç şöyle gelişti:
tak: müzisyen misin?
tak: sayılırım.
TAAK: sayılırım da ne demek? Ya müzisyensindir ya da değilsindir!
out: müzisyenim.
(2. round) tak: peki müzikte iyi misin?
tak: bence, evet.
TAAK: bence de ne demek? Ya iyisindir ya da değilsindir! out: sessizlik. Yani yolculuk Village’e değil, başka yereymiş.
Nedeni ‘oralı’ olmadan ‘orada’ olmamdan. ‘Sayılırım’ ve ‘bence’ cümleleriyle Viyana kapılarını tıklatıp aa kimse yokmuş diye dönersin işte böyle dedim kendime. Ve Amerikan rüyasının bizim divanlarda görülemeyeceğine inandım. Benim için Amerika hiphop ritmine isyan bayrakları diken doğuştan groove’lu zencilerin (Eminem hariç); türkü niyetine dinlenen country’nin;
Hep 5’ten hep 1’e düşen boyband’lerin; huylarını anneleri Madonna’dan, soundlarını babaları Michael Jackson’dan alan küçük şarışın kızların ve bir de tabi Norah Jones’un diyarı oldu. Pınar nooldu?
Geçen sene New York Times Square’deki Virgin’e girince kendi sesimle karşılaştım. İlhan Erşahin’in albümünde Türkçe söylediğim ‘Girl’ şarkısı çalıyordu. Babamı arayıp, koca mağazanın en alt katında hoparlöre doğru zıplayarak o ana şahit olmasını sağladım. Kasaya gidip bu çalan ne cd’si diye sorunca ‘yurdışına açılma planlarınız var mı?’nın cevabını buldum:
Euro lounge! Çeşitli dünya müziklerini toplayan karışık bir cd. Benden sonraki şarkı Morocco’dan. Yani ortaya karışıkta bir tat. İşte, bugün artık benim mutfaklar kadar yerel olduğunu düşündüğüm müzikte maksimum gidilecek kat: World Music.
Yani sen şimdi asansördeki Fransa düğmesine niye basmaya çalışıyorsun mesela? Sen Patricia Kaas’ı bile pek dinlemezken üstelik? Fransız Kültür’e bile gitmemişken üstelik? Bu güven evrensellik denen iyi niyetli masalda geçen iki evrensel kardeşten mi miras sana? Müzik ve İngilizce’den mi? Zannediyorsun ki asansörde bir sürü kata denk gelen ülke Amerika’da insen dünya senin. Peki Justin Timberlake gelip türkü söylese dinler misin?
İçin için gülmez misin? Sen Björk gibi başlı başına bir kat olabilir misin? İçini daraltmak, hedefini küçültmek bacağından tutmak istemem Nil, ama gel seninle şöyle bir World Music katına gidelim. Orası Baharat yolu gibi. Kendinden bir ısırık ver meraklısına.
Sen de ondan al biraz. Hem en zengin sesler, en güzel kokular sana o kattan geliyor. Sen değil misin bütün gün Açık Radyo’nu açık tutan? Dünyanın frekansına bayılan.
Amerikan rüyası Amerika’da görülen bir rüya olmasına rağmen, dünyanın çeşitli yerlerinde uyanan insanlara ‘hayırdır inşallah’ dedirtebiliyor bazen. Onların Coca Cola’yı hepimize sevdirmesi bizim de herkese ayranı sevdireceğimiz anlamına gelmez ki.
Cacık gibi kalırız ortada valla. Hem en bir moda ismiyle ‘global’ olan Amerikan şirketlerinin %70 pazarı yine Amerika. Amerika da bir ada, bir kıta. Büyük çok büyük ama onu bütün dünya sanma. Amerika’da çalan her müziğin bütün dünyada çaldığını düşünmekse naif bir yanılsama. Tabii Norah Jones dışında.
Ama Norah bir ataç gibi ‘evrensel’ ve dağılan kağıtlarımızı birbirine tutturabiliyor. Amerika’da 8 milyon satıyor, dışında 10! Hepimiz onu alıyoruz ve o çok kişisel şeyi kendi keşfimizmiş gibi dinleyebiliyoruz. İkinci bir örnek kolay kolay bulamıyoruz.
Diyeceğim odur ki, Nil kızımız ‘sayılırım ve bence’ demeyi bıraktığı gün yurtdışına açılacaktır elbet. Zira kendisinin ‘Go West’çi amcalarına borç bildiği onlarca İngilizce bestesi vardır. Lakin Nil kızımızın Londra’da İngilizleşmiş kuzeninin de değindiği gibi, bir Türk İngilizce şarkı söylediğinde ilk hecedeki aksandan ‘oralı’ olmadığı ayyuka çıkmaktadır.
Bu sadece World Music katında ve bir de Björk’te garipsenmemektedir. Onun dışında popüler ‘1 hit wonder’ (1 dünya hiti yapmış yokolmuşlara denir) yolu tırmalanabilir.
Ama bir pop star olunamaz. Mimikten olmaz, tipten olmaz, vucüt dilinden olmaz. Bir yerin mayası başka yerin gölüne tutmaaaz. İmitasyon küpeler kulaklarda çalmaaz. Türkler yurtdışında tutana tutulur. Yer göğe sığdıramaz. Ama bir Türk orada pop star olamaz. (dikkat dikkat bu bir tekrardır.)
Bizim gerçek amcalarımız Pat Hop Oy’s, ama istersen ‘Go Test!’(Git ve test et!)