Paylaş
Dinlemiyormuşum. Doğrudur.
Sadece ben değil, pek çoğumuz kimseyi ve hiçbir şeyi dinlemiyoruz.
Dünya körler sağırlar birbirini ağırlar yeri.
İnsanlar genelde biri bir şey anlatırken, kendi sonra diyeceklerini kurgularmış.
Yani sürekli bir iç monolog kurbanıyız.
Herkese, her cümleye diyeceklerimiz hazır.
Ağızlar açıldığında, adeta sesi kısıp içeride söylenecek sözlerin paketini hazırlıyoruz.
Fast food’cular gibiyiz ama hayatın bütün lezzetleri kaçıyor tabii.
Hayatın tatları, insanları dinlediğimizde dilimize gelir halbuki.
Gerçekten dinlediğimizde.
Kendimize bir sus deyip, denilenleri duyduğumuzda.
Şaşırırız, öğreniriz, anlarız.
Biliriz, hissederiz, unutmayız.
Dinlemek tek ilacımız ama bunun farkında mıyız?
İnsanlara sormuşlar:
Sizi kim dinler?
Çoğu eşim dostum dememiş, “Şurada rastladığım bir yabancı, terapistim, kuaförüm” demiş.
Eş dost da dinlemezmiş pek insanı, bildiğini sandığından.
Buna iletişimde ‘yakınlık yanılgısı’ deniyor.
“Ben bu insanın içini dışını bilirim, avcumun içi gibi bilirim” demek en büyük yanılgı.
Herkes değişiyor.
Değiştiğini anlatamıyor, karşı taraf duymuyor çünkü.
Eski kaseti döndürüp duruyor içimde.
“Balım ben değiştim, ben senin o bildiğin değilim, ben şimdi buyum” demek imkansıza yaklaşıyor.
E tabii ne oluyor, birbirine artık birer yabancı hayat arkadaşlıkları, dostluklar, ana babalık.
Ben de dinlemiyorum.
Belki romanları da ondan zor okuyorum.
Takip edemiyorum isimleri, sokakları, yemeğin tadının getirdiği anıları.
Elvan kimdi?
Üniversiteyi Polonya’da mı okumuştun?
Domates çorbasını nasıl yapıyorduk?
Şimdi fark ediyorum ki, bana kalabalıkmış gibi gelen ve dinlememeyi seçtiğim bütün bu detaylar, hayatın tamamına dair büyük bir hikâyenin, romanın parçaları.
Biz birbirimizle varız, birbirimiz kadarız.
Seni dinlersem, senin boyutlarına sahip olurum.
Senin pencerelerindeki manzaralara da bakarım.
Elvan’la sohbet eder, Polonya’da üniversite okur, domates çorbası yapabilirim.
Dinlemek öyle susup bakmakla da olmuyor.
Dikkat meselesi, vakit meselesi, göz gözelik mesafesi, doğru sorularla konuşanı çiçek gibi açmalar vesilesi.
Bir kas gibi çalıştırmak gerekiyor.
Ben başladım.
Biri konuşurken, kendimi susturuyorum.
Merakım, diyeceklerimin önünde koşabilirse, ben bu diyalogdan başka bir ben olarak çıkarım.
Bütün gün bir fotokopi makinesi gibi kendimi temize çekip durmam.
Duyduklarımla yeni bir şey yazarım.
Bu hafta dinleme, duyma, anlamak isteme, kıymet verme haftası olsun.
Gerisi bayram.
◊ “Dinlemiyorsun ki” / (You’re Not Listening) Kate Murphy
Paylaş