Paylaş
Kitap okuyacağıma, bir sonraki okuyacağım kitabı bulma peşindeyim.
Güzel bir yeri gözlerimden içime çekeceğime, fotoğrafını çekiyorum.
Sanki sürekli ‘kaçırmak üzere olduğum trenler’ terminalindeyim. Acelem var. Yayıncıyım. Toplayıcıyım. Paylaşıcıyım.
Yaşayıcı değilim ama. Halbuki hayata yaşayıcı olmak için gelmedik mi?
Ben de çareler arıyorum kendimi ‘disconnect’ (bağlantıyı kesmek) etmek için.
Yıllar önce, ‘kum saati’ çözümü gelmişti aklıma.
Bir saatlik bir kum saati almıştım ve onu çevirdiğimde sadece önümdeki neyse onunla ilgileniyordum.
Her ne yapıyorsam kimsenin beni rahatsız edemeyeceği bir saate ant içiyor ve elimi ondan başka hiçbir şeye sürmüyordum.
İşe yaradı da. Yani benim gibi aklı firarda bir tip için, tabi ki, kumu takip etmek kaçınılmaz oluyordu ama en azından orada durmayı başarıyordum.
Hah, şimdi derdimiz bu!
Durmayı başaramıyoruz.
Halbuki yemeğe çıktığımızda sadece yemek yemeli, birbirimizle konuştuğumuzda birbirimizle konuşmalı, bir yere gittiğimizde bir yere gitmiş olmalıyız.
O durakta inmeliyiz yani. Masallardaki gibi.
Telefonumuzu da bizi bırakan o kabaktan at arabasında unutmalıyız inerken.
Sadece ben değilmişim bu konuya kafayı takan.
Facebook’un kurucusu Mark’ın kız kardeşi Randi Zuckerberg de bu konuya takmış ve bir kitap yazmış. ‘Unplugged: How to live mindfully in a digital World’ (dijital dünyada adam gibi bağlantısız nasıl yaşarız)
Bunu onun yazıyor olması da ayrıca manidar.
Çünkü çoğu insan vaktini, sigara söndürür gibi facebookta söndürüyor.
Önerdiği yöntemler hep, eski güzel günlere dönüşler.
Mesela, sessiz bir yere oturup, kağıt kalemle önceliklerimizi yazmak.
Kağıtla kalem. Ah n’olur yaşlanıp ölmesinler onlar!
Onlar bizim ruhumuzun aynası.
Kağıdın üzerine kendi yazımızı damlatır ve sadece bize ait olan bir lekeyle saatlerce dertleşiriz.
Bu duyguyu bize helvetica veremez.
Randi diyor ki, önünüze bir kağıt kalem alın ve bugün son gününüz olsa yapmak isteyeceğiniz 10 şeyi yazın.
Emaillerime bakmak, instagrama yediğim yemeği koymak, facebookumu check etmek (bu laflar da yeni dilimiz turklish olarak bünyemizde) muhtemelen bu onluk listeye giremeyecek.
Neler girecek peki, beş duyular girecek.
Kokular, bakmalar, tatmalar, dokunmalar, duymalar dinlemeler girecek.
Sevdiklerimle zaman girecek. Doğada olmak girecek.
Gitmek istediğim yerde olmak girecek. Diğerleri fasa fiso kalacak. Bunu bir düşünmek lazım. Sayısız günlerimiz mi var ki, fasa fisoyu baş tacı ettik?
Tavsiyelerinden biri de, ‘bir şeyi yakalayacağınıza, hatırlamayı tercih edin.’
Güzel bir anı, telefonumuzla kelebek avlar gibi havada yakalamaya çalışacağımıza, hafızamıza kazımaya çalışalım.
Parmaklarımızla bir çerçeve yapalım ve içine o anı yerleştirelim. Sonra da fotoğrafını çekmek yerine, içimize çekelim.
Hani bazen olur...
Bir kokuya binip çocukluğumuza gideriz. Ne güçlü bir hatırlamadır o.
Bizi o ana ışınlar. Hiç bir şey koku kadar ve diğer duyularımız kadar içimize işleyemez. Soğuk ekranlar hele hiç!
Bu hafta, günde bir saatimizi ‘dijital detox’la geçirelim.
N’olursa olsun elimizi bir saat uzatmayalım şu merete! Hiç bir şey yapmasak bile hayatımıza bakmış oluruz bir saat.
Yaşamaya bakmış oluruz.
Paylaş