Paylaş
Bence her gün napıp yapıp dans etmeliyiz. Vücudumuz zamanla bizden kopup, günlük işlerimizi halleden bir makine haline geliyor.
Kafa olarak yaşıyoruz. Vücut kaidesine oturtulmuş, koca bir kafa büstü.
Düşünüp duruyor ve kararlarını köleleştirdiği bedene yaptırıyor.
Onu sağa sola işe koşuyor. Şunu getir, bunu götür, oraya uzan, şunu çek gibi.
Halbuki dans etmeye başlayınca bedeninize kanatlar takıyorsunuz.
Kimseyi dinlemeden ritme bırakıyor kendini.
Bir de sabaha ‘en kötü dansınızı yapın’ diye başlayınca, kafanın fişini çekiyorsunuz zaten.
Kumandayı alıyor. Ritimden başka da hiç kimseyi dinlemiyor.
Uzun bir süre, o sabah nasıl bir sabah olursa olsun, güne dans ederek başladım.
Hatta yazın kalabalıksak, herkesi katıyordum bu dansa.
15 dakika. Hep çaldığım bir şarkı vardı.
Rye Rye’ın ‘sunshine’ (günışığı) şarkısı.
Hep onunla. ‘Günışığı benim arkadaşımdır’ diye başlıyordu şarkı.
O kadar güzel bir başlangıçtı ki. Vücut, kafayı hayatın harika şeyler diyarı olduğuna inandırıyordu sabah sabah.
Hep kafa mı bedenle konuşuyor zannediyorsunuz, beden de konuşuyor.
Kafayla değil, kendi kendine. Şarkı söylüyor.
Hele ki, kim bakıyor ne diyor nasıl görünüyor diye sormamayı başarırsanız, kendinize şaşarsınız.
Beraber dans ettiğim bütün arkadaşlarım, bunun bir terapi olduğunu söylediler.
Herkese iyi geldi. Şarkının adına da pek uydu yaşananlar, ‘iyi ki’.
Geçenlerde hiç dans edeceğini ummadığım çok sevdiğim birinin masalarda dans ettiğini duyunca çok şaşırdım.
Nasıl yani o mu? Ne güzel dedim içimden. Kıskandım hatta.
Demek ipini bırakıp, balonunu uçurabiliyor.
Hafiflemeyi bilen insan kadar şanslısı yok.
Ve bunun belki de en güzel hali, dans. Dans dans dansss.
Büyük konuşmayayım ama madem şarkı yazıp söylüyorum, bundan sonra dans etmediğim klibim olsun istemiyorum. Tekrar aşık oldum dansa.
Bir de tabii bu hafta bizi çalıştıran çok özel biriydi.
Stephan, artık nasıl yaptı bilmiyorum ama bu 11 kişiye neler yaptıracağını, Londra’daki evinde şarkıyı defalarca dinleyip notlar alarak tek başına kurgulamış.
Gelir gelmez seçmelerde ilk baktığı ritim duygusu ve kendini bırakabilmeydi bence.
Çünkü pek azımız gerçekten dansçı.
Klibin fikri itibariyle, dans etmeyen insanlar topluluğu olmamız gerekiyordu çünkü.
Stephan’dan bu hafta hepimiz çok şey öğrendik.
Kendimizi bırakmayı. Birbirimize güvenmeyi. (Yaptığımız bazı figürler için şart). Hissettiğimiz şeyi söylemeyi. Devam etmeyi. Yorulmamayı.
Bir de şekeri yasaklamıştı çekimde.
16 saat boyunca sabaha kadar dans edip, inanılmaz bir enerji harcamamıza rağmen, hiç şekerli bir şey yemedik.
Sebebini sorduğumda, eğer şeker alırsanız, yarım saat harika dans edersiniz sonra hızla enerjiniz biter ve haliniz kalmaz dedi.
Biz de sabaha kadar muz yedik, Cağaloğlu Anadolu Lisesi’nin spor salonunda gezinen maymunlar gibiydik.
Hayatımın, alışageldiği halinden bambaşka bir gerçekliğe zıplamasını seviyorum.
Eğlence dünyası işçisiyseniz bu arada oluyor işte. Size bütün bu olanlar sonrası en büyük tavsiyem şu: Dans edin.
Odanızda, yürürken, sabah kalkınca ya da gece yatmadan, ne zaman bir müzik duysanız, kimse bakmazken ve herkes size bakıyorken, çok kötü dans edin. Çok kötü.
İşi bütün güzelliği orda.
Paylaş