Carling Academy’de, BBC’de çıkmış, kendini birşey sanmış!
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Siz bu yazıyı okuduğunuzda, aşağıda bahsettiğim heyecan, çoktan bana çarpıp uzaklaşmış olacak.
Çok çarpan heyecanlar gibi, ben onun nereden gelip, nereye gittiğini hiç bilmiycem. Bana çarpmış olmasının, daha başka heyecanlara çarpmasına vesile olmasını dilemekten başka şey gelmiycek elimden. Göz kapaklarımın içinde duran o küçük posta kutusundan yeni bir haber gelene kadar, umudumu kemiricem. Aslında hiçbir şeyi büyütmemek gerek ama, o kadar inişli çıkışlıyım ki, en ufak bir şeyi yuvarlayıp kocaman yapabiliyorum. Altı üstü bir konserdir bahsedeceğim, bana göre yarın size göre dün olan bir pazar gününde Londra’da geçen...
Tamam, ruh halim gökkuşağını yıkayan çamaşır makinesi gibi. Renkler dönüyor karnımda. Renklileri ayrı yıkıyorum. Siyahları ve beyazları ayırdım. Dışarıda bıraktım. Ben o şehri sevdim. Sokaklarında gezdim. Ünlü ve ünsüzleriyle uyum sağladım. Giyindim ve gördüm. Kokladım ve koştum. Bir kez otobüs ’hadi atla’ dedi hemen gittim. Bir kez metroda biletimi kaybedip, 20 pound ceza ödedim geç kaldım. En son Hintli bir taksi soförüyle, İstanbul’a gelmek üzere havaalanına giderken "Are you enjoying the ride" (Yolculuğunuzdan zevk alıyor musunuz?) diye bir soru duyup, içimde bir yere vardım. Ne soruydu. Kısacası, ben İstanbul dışında bir şehre daha yakınlık duydum. Ve o şehirde bana yakınlık duydu. Herşeyin bir kalbi var.
Beni, pazar günü Islington’daki Carling Academy’de konser vermek üzere çağırdı. Çok güzel bir venue. 800 kişilik. (gelen olur mu?). Perşembe günü Nelly Furtado konser verdi orada. (o verir). Ben, off, çok heyecanlanırsam tek bir heceyi melodiliyemem! O tuhaf varlığım, insanlara kabul edilebilinir hatta yer yer sevilesi gelemez. Babylon gibi düşünmem lazım. İnsan insandır, mekan mekandır, önemli olan ışıktır demem lazım ama diyemiyorum ki.
Hani, yanaklara ateş basar ya, kırmızı olur. Kesin bir haylazlık olmuş ya da peşine düşülmüştür, işte öyleyim. Kendi çapımda, kendimi suda büyüyen sünger hayvanlara benzetiyorum. Ben de ışık görünce büyüyorum. Spotsuz bakarsanız, pek etkilenmezsiniz. (Gerçi öbür türlü de siz bilirsiniz). Tür olarak diyorum, onlardanım gibi geliyor. Gerçi insanın kendini sorguya çekmesi, bir ömür boyu. Başka acılar altında, başka itiraflarım olmazsa, şimdilik durum bu.
Bizim memlekette ’gavuru abartmak’ diye bir kompleks var. Bende de hayli yüksek dozda olan bir kompleks bu. Yani ’eğer orda yaparsam, her yerde yaparım’ batıl inancı. Halbuki kitaplar, ’sen yeter ki yap, nerede yaparsan yap’ diyor ama olsun. Yurtdışı kaynaklı başarılar, insanın egosunu yasık misali kabartmaz mı? Ah bir İngilizce okunsam, neler anlatıcam... Yok tamam, o kadar da değil, sonuçta eli biralı kafası kıyak üç beş İngiliz’in, üç beş yüz Türk’le fıkralar harici bir araya gelmesi, neşemizi bozmamalı. Diyecek sözü olan insanız değil mi? Hem insan, her yerde insan. Tek fark biraz lisan. O da dilin geveleyip durduğu birşey.
Bir üst paragrafı, tamamen, kendimin heyecandan kızmış ruhuna sular serpmek için yazdım. Ne var canım.