Paylaş
Her 8 küçük şarkı öncesi, salondaki izleyenlere 8 soru sordum.
Cevapları karşısında bir kere daha emin oldum ki, çoğumuz ömrümüzü, hayallerimizden uzakta, başkalarının hayatlarını takip ederek ve kendimizden şikayetçi olarak geçiyoruz.
Bazı sorular sorulsa bile yeter. Cevapları hemen içeride toparlanmaya başlar ve gün yüzüne çıkana dek vazgeçmezler.
O sebeple sorulardan bazılarını buraya da yazacağım. Soralım dursun. İçteki cevap arayıcılar çalışsın dursun. (Biz uyurken bile uyumaz onlar)
Bu salonda kaç kişi (salonda 500 kişi), sabahları rüyasına uyanıyor? (Çok az kişi parmak kaldırdı)
Geceleri yatınca rüya görüyoruz ama bence o muamma zamanı açıklamak, anlamlandırmak zor.
Belli değil o rüyanın ne olduğu. Daha çözülemedi.
Beyin bir tür yerleştirme yapıyor, her şeyi yerine kaldırıyor diyorlar ama o zaman en yakın arkadaşımı neden Zeki Müren oynuyor, neden uzay arka bahçedeymiş ve ben mütemadiyen o kediye kıyafet giydirmeye çalışıyorum?
Bunlar bilinmezken, Freud bile çaresizce yorumlamaya kalkmışken, bence biz hiç bilmiyoruz sabaha unuttuğumuz o çılgın maceraların hayatımızdaki yerini.
O yüzden bence insan rüyasını uyanıkken yaşamaya bakmalı.
Uyanınca uyandığın rüyan olmalı. Senin hayalini kurduğun hayat.
Kolay mı diyeceksiniz? Kolay değil. Bir bankada çalışıyorsanız, deniz kenarında keçi yetiştirmenin zamanı değil gibi geliyor.
Ya da o pastacıyı açmanın ya da o dağa tırmanmanın. Ama işte başka zaman da yok.
Zamanı sonsuza yaymışız kafamızda. İlk 40 yıl böyle geçer sonra bakarım diyorsanız, olmuyor o da.
Hayalin zamanı şimdi. Rüyana uyanmanın sabahı bu sabah.
Ben şanslıydım. Rüyamın uçan balonunun ipini hep sıkı tuttum. Onu hep aklımda tuttum, hep ona baktım.
Rüzgarlarda, fırtınalarda onu bırakmadım. Unutmadım. Hayat da, bunu bir işaret olarak gördü belki.
Kendi tuhaf yöntemleri ve karşılaştırmalarıyla beni rüyamla buluşturdu.
Şans yüzüme güldü ve ben de ona güldüm. Bence hepsinin olmasının sebebi, benim sinemada sadece hayalimin filmlerinin oynamasıydı.
Gerisi tesadüftü. Şükürdü.
Herkesin hayalinde yaşaması belki imkansız gibi geliyor, boş verin herkesi siz kendi hayalinize bakın.
Canım herkes hayalini mi yaşıyor, tabağına konanı yaşıyor demeyin.
Bazen her şey, başka bir şey demekle başlıyor.
Bence her sabah soralım, “Uyandığım hayalim mi” diye...
Öyleyse, çok şükür. Değilse, olması için ne yapabilirim.
Ömrün her saati sorulur, hiçbir zaman geç değil.
En son ne zaman kendine teşekkür ettin? (Beş yüz kişiden bir kişi)
Sorması bile saçma geliyor değil mi? Kendime mi, ne münasebet!
“Ben eksikleri gedikleri çok, kırk fırın ekmek yemesi gereken, bölük pörçük, yırtık pırtık bir şeyim. Kendime neden teşekkür edecekmişim” diyoruz çoğu zaman.
Her akşam, “hay Allah öyle demeseydim böyle olmayacaktı”ya sarılıp uyuyoruz.
Kendimize çok acımasızız. İçimizdeki eleştirmenin üslubu sert.
Peki acaba, kendimize teşekkür geçiriversek içimizden, şöyle inceden, ne olurdu o?
Bence arada bu soruyla da uyumak lazım. Teşekkür ederim Nil’im, Aylin’im, Mehmet’im desek nasıl duyulurdu bir baksak...
Bu cümlenin de bizi sarıp sarmalamasına izin versek mi...
Kendimizin arada bir kucağına yatıp, saçlarını hiç mi okşamayacağız, hep mi odamızda cezalıyız?
Bence öyle olmasın. Ayıp bir kere. Kendine teşekkürü de borç bilmek lazım.
Bir sabah rüyama uyanacak kişi kendimsem, ona teşekkür de etmeyi, onu like’sız da sevmeyi becermem lazım.
Beceririm de. Becerirsiniz de. Başlangıç günü bugün olsun.
Paylaş