Zorla burnumu tıkayıp, ağzıma attım. İlkokulda pırasa yer gibi. Pırasa olmasının nedeni benimle ilgili.
Ben o romanlardan okuyamıyorum. Boşa yolculuk ediyor gözlerim ve aklım o romanların satırlarında. Hiçbir yere varmıyorum. Şehirde tur atıp, zaman öldürüyorum. Çoğu zaman fazla betimlenmiş bir salondaki ‘beyaz mermerden sütunların yanındaki tozlu kadifeden tabure’nin üzerine çöküp kalıyorum... Ama yok bunu okumalıydım. En sona ben kalmıştım zaten. Hala listelerden, dillerden düşmeyen bu kitabın herkesi eşitleyen çarpanı neydi acaba? Ve arkasından geometrik çoğalan diğer Dan Brown Dan Brown Dan Brownlar...
Okumaya başladım, Louvre’a gittim, cinayete ve bırakılan şifreye baktım. Keşke bu bir film olsaydı diyerek... Ben Robert Langdon mu olsaydım, Sophie Neveu mu? Ni l’un ni l’autre * En iyisi duvardan her şeyi izleyen Mona Lisa olmaktı. Koşuşturdum, soruşturdum, konuşturdum olmadı. Yazın tek ayağım suda, hafif nemli havluya uzanmış olsaydım çarpardı belki. Ama şimdi bende tık yoktu.
En çok satan kitapları okuyan bir tip olmadım hiç. Babamın küçükken aldığı ‘içindeki devi uyandır’ları, ‘zamanı kullanma sanatı’nı falan saymazsak, bestseller kültürümün sıfır olduğunu söyleyebilirim. Herkeslerle bayılarak okuduğum istisnai kitaplar, Alain De Botton’un ve Orhan Pamuk’un kitapları oldu sadece.
Peki neden ben bu Brown Koontz King şeytan üçgeninde yok olmuyorum, sürüklenip nefesimi tutmuyorum? Neden o anahtarın neyi açtığını merak etmiyorum, hem de hiç!
Bana göre cevabı basit. Kitap okumayı çok seven biri olarak, sürüklenmeyi değil, okurken zorlanıp yavaşlamak zorunda kalmayı istiyorum. Hatta bir yerinde kalakaldığım kitaplara bayılıyorum. İki okunun ucu, olayların başına ve sonuna değil, ‘burada bu var burada da bu var ve aralarında sebep sonuç yok’a uzanan. Geniş zaman kipi, şimdiki zaman kipinden çok olan kitapları seviyorum. Ben bir cümleyi bir satırda okuyup anlamaya çalışmayı, yüz sayfada okuyup damıtmaya çalışmaktan daha sürükleyici buluyorum.
Bir de biyografileri seviyorum. Hayatın bünyesine kendisini gerçekten enjekte etmiş ve semptomlarını yaşamış birilerinin hikayelerini duymayı. Olmuş olanı. Çünkü benim ‘mış gibi’ şeylerle ‘mış gibi’ oyununu oynayabildiğim tek yer, sinema.
Bu kitapta yazılanlar gerçek olabilir. Gerçeğin ne olduğu tartışılabilir. Bence gerçek bir tane değil, çok tane olabilir.
Tane tane okunabilir. Bu da benimkidir. Kardeşimin zannettiği gibi, aman farklı olayım tribi falan da değildir.