Ben rüyagezer, yemin edebilirim ki neredeyse hiçbir gerçeğe el sürmedim, St. Antuan kilisesine gidip Bach dinledim.
Bach, sadece Tanrının anladığı bir dilde, dünyada olup biten bütün duyguları anlatmış. Casus yani. Aramıza sızmış, saklı olanı ve gün gibi ortada olanı görmüş, gitmiş hepsini bir bir anlatmış. Müziğin, akla hemen takılmayanından, dile hemen dolanmayanından korkulur. O bizim için değil. Belki de dinlemesi bu yüzden o kadar güzel.
Ben rüyagezer, yemin edebilirim ki bu yazıda bir daha söze böyle başlamayacağım, sinemaya gidip Adam Sandler’ınfilmini seyrettim. (Her kadının bir ideal Hollywood kocası bulunur. Benimki, Mark Ruffalo’yla Adam Sandler arası bir aile babası. Tabii herşey Clive Owen’a kadar.) Seyrettim ve beğendim. Çok beğendim hatta. Hayatta hem güldüren, hem düşündüren, hem de ağlatan şeyler bizim için. Biz insani düğmelere sahibiz. Onlarla oynamayı bilen, çok az kişi var. Belki de, seyretmesi bu yüzden o kadar güzel.
Herşeyi, ancak bir ’kendinden ibaret bir kendi kendinelik’lehalledebileceğimi gördüm. Bu önemli bir görüş. Bu beni sinirli yaptı hemen. İş güçse, işçi de güçlü olmalı. Dedim hemen. Dediklerimi bir kerede anlamayan kimseyle çalışmak istemiyorum dedim. Dedim içimden. Dediklerimi bir kerede anlayan birkaç kişi vardı. Onlarla çalışmak, ondan bu kadar güzel olsa gerekti.
Bir arkadaşıma küsüp, dilimden laflar savurdum. En kesici taraflarıyla kanatıp, insana geri dönenlerden. (Ben kelime ustası değilim ama, Murathan Mungan doğru söylemiş, kelime silahı olan, onu asla kullanmamalı. Bir ömür sakat bırakabilir insanı.) Sonra oturup konuştuk. Ben, gerçeğe pek değmediğimden, gerçek bir sorun olduğunda oturup konuşmaz, bağırıp alınmazdım. Ama yok saydığımız şeyler, çoğalarak varederler kendilerini. Bu sefer, çeke ite düğümü çözmeye çalıştım. Bazı laflarımı geri aldım ve yeni laflar ekledim. Sonunda ikimizin de yüzü güldü. Kelimeler sıfırdı biz bir. Kavga etmek kötü değildi, hatta güzeldi.
Gidip, üzerinde ’kadın: dişiliğin manevi gücüyle temasa geçmek’ yazan bir kitap aldım. Kitapçının dışında, sular seller gibi yağmur yağıyordu. Kitapçının içinde ben, kitabı tutup tutup, rafa geri bırakıyordum. Bir şeyi neye göre elime alıp, neye göre bırakıyordum? Kendi mekanizmalarıma güldüm. Ben, osho falan okumazdım ama aldım. İlk on sayfasında okuduğum çoğu şeye katılmadım, anlatımına da bayılmadım. Ama okuyacaktım. Ve bu bile güzeldi.
Her yerde gezinen bir rüyagezerdim ben, iyiydi güzeldi.