Paylaş
Bu bebek hep ağlayacak, bu yara hep kanayacak, bu cümle hiç susmayacak.
Halbuki hepimiz çok iyi biliyoruz ki zaman, bol deterjanlı bir bulaşık süngeri gibi hepsini silip süpürüveriyor.
Tezgaha yeni şeyler koyuyor.
Kıpkırmızı bir elma, kırık bir bardak, sulanmak isteyen bir çiçek... Bu sefer de sen onları sonsuz sanıyorsun nedense.
Bu elma hep olacak hiç çürümeden, böyle duracak.
Hep bu kırık bardaktan içeceğim.
Çiçeğim hep sulanmak isteyecek.
Sonra bakıyorsun, onlar da silinip süpürülüyor.
Elma çürüyor, bardağın yenisi geliyor, çiçek çiçekliği kadar sürüyor.
Tutundukların toz olup bırakıyor seni.
Gitmez sandıkların bakmışsın bir sabah yok. Her şeylerini alıp gitmişler.
Hafızanda kaldıkları kadar oturup oradan da apar topar gidiyorlar sonra. Bu cümleyi okuduğumda, ‘Benden Sana’ şarkımda geçen, ‘Bu da geçer yahu!’ sözü geldi aklıma.
Bu gelip geçicilik, bu misafirlik, bu anlık buluşma bilgelerin çağlar boyunca dudaklarından dökülmüş de biz duyabilmiş miyiz?
Bunu gerçekten duysak, nelerde hâlâ ısrar eder, neleri bırakırız?
Bunu hissetsek, neye kederlenmeyi bırakıp bir oh çekeriz?
Bu bizim pusulamız olsa, avucumuzda sıkı sıkı tuttuğumuz neyi salarız?
Hangi yarayı şefkatle okşar, bize kızgın gözlerle bakan kime gülümseriz?
Bilsek ki bugün var yarın yok, ne kıymete biner birdenbire?
Ne susar?
Hangi ağırlık kalkar üstümüzden?
Nasıl yaklaşırız yapış yapış kurtulamadığımız şeylere?
‘Bekle, bu olan sonradan hiçbir şey ifade etmeyecek’ cümlesini görebileceğimiz bir yere yazmalı, gerektiğinde yüreğimize pansuman yapmalıyız onunla.
İyi, kötü her şeyin, güzelliğin ve şanssızlıkların birer ziyaretçi olduğunu bilen, hayatı izleyerek ve kıymet bilerek yaşar.
Gerektiğinde nefesini tutar, bazen derince içine çeker. Anlık olanla, bu bugün var yarın yok olanla ilişkim tamamen değişir. Beklemeyi öğrenmek hayattaki en büyük erdemlerden biri.
Sabreden, sakinliğini koruyan çıkıyor fırtınalardan.
Kelebekler de gelip hep onların burunlarına konuyor nedense.
Paylaş