Ben çektim. Sony cyber-shot dijital fotoğraf makinemle çektim.
Işık lens vs. ayarı yapmadım.
Vs. nelerdir bilmiyorum.
Konser için Ayvalık’taydım. Ayvalık’ta, Cunda Adası’nda Ayna diye çok güzel bir yerde kahvaltıdaydık. (Bu arada fotoğrafın adını ‘ayna’ koydum şu an. İsimsiz diyecektim ama sevimli ve basit. Başka bir şeye isimsiz derim sonra.) Kahvaltının gelmesini beklerken, turne boyunca elimden düşmeyen yeni, küçük mü küçük, dijital mi dijital fotoğraf makinemle geziyorum. An toplamayı sevmem, kare topluyorum. Bu ‘yeme-içme-oturma yeri’nden (kendileri öyle yazmış) sokağa inen iki basamağın önünde durdum. Durunca sokağa baktım. Bakınca karşı duvardaki aynayı gördüm. Görünce kapının yanına dayanıp ayaklarımın fotoğrafını çektim. Çekince sanat yapmış oldum!
Kendime ‘sanatçı’ demem, ‘star’ demem. Başkaları dese bakmam. Yani dım. Çünkü Milliyet Sanat Dergisi’nde okuduğum bir şey fikrimi değiştirdi. Konu, ‘Sanat ne işe yarar?’. Sorular, ‘Sanat nedir, sanatçı kime denir, sanat insana faydalı mıdır?’ Cevap, yani benim sevdiğim cevap, birisi bir şey yapıp ona sanat derse sanattır! İlk tepkim:
Hayır, olamaz. Duvardaki pisuvar, o adam öyle dedi diye müzeye konamaz, matkap sesi de müzik olamaz. Sanat içimdeki bir tıkanıklığı açmalı, insanı ‘ona rastlamadan önce’ ve ‘ona rastladıktan sonra’ olarak ikiye ayırmalıdır.
İkinci tepkim: Gerçi müze duvarında bir pisuvar, kafamda tuvalet gibi değersiz bir boşalım alanını, yine kafamda müze gibi değerli bir dolunum alanıyla buluşturarak bir tür erozyon yapmış olur. Buradaki ortak parantez KAFAMDA! Yani küratör benim içimde. Müze müdürü de benim. Pisuvar kalsın.
Matkap sesi de, tuvalin ortasına boyanan mavi bir kare de, Bach ya da Picasso kadar değerli olabilir. Yerine, zamanına, bakan ya da dinleyenin kim olduğuna ve o gün kendini nasıl hissettiğine göre. Sanat bir ruh gıdıklanmasıysa, ruhun neresinden gıdıklandığına göre değişir. Bu durumda sanatın bir damgası ve mührü olamaz. Sadece sanat yaptım diyenin hükmü olabilir. Hayır yapmadın da denilebilir. Denilir ve geçilir. Kalırsa geçilmemiştir. Ruh asansörlerimizde yukarı aşağı kat kat dolaşan eserler böyledir. Eski olmayabilir. Yeni olabilir. Zaten mesele onda değil. Binalarda. Binaların eski olup olmadığında, kat kat olup olmadığında, yüksek tavanlı ve büyük pencereli olup olmadığında.
Biz Türkler birbirimize oturmaya gidip dururuz. Lakin bahsettiğim binalara girmek çok az ziyaretçiye nasip olur.