Paylaş
Biz canım oğullarımızı ne kadar sevsek de, onlara sevgimizi ölümle anlatmak zorunda değiliz.
Paşam, aslanım, koçum...
Böyle büyüteçlerle büyütünce, hayatta kendilerini aciz hissettikleri ilk anda devleşmeye çalışıyorlar.
Yakıp yıkıyor, mahvediyor, canavarlaşıyor, empati yoksunu duygularından kopuk insanlar oluyorlar.
Kabloları hâlâ annelerinin kurban olurum cümlesine bağlı, sürekli kısa devre yapan makinelere dönüşüyorlar.
Neyin onları sürekli alaşağı ettiğini bilmeden, sağa sola yumruk savurarak yaşamaya çalışıyorlar.
Biz anneler, dilimizi, yaklaşımımızı değiştirip gerçek, hisli, güvenli, kendini tam hisseden erkekler yetiştirebiliriz.
Küçük yaşta empati duygularını geliştirelim.
Küçük yaştan itibaren, erkek çocuklarına da duygularından bahsetmeli ve onları duygularından bahsetmeye çağırmalıyız.
Dil öyle büyük bir güç ki, anlatınca anlatılan şeyin üzerinde bir nevi hakimiyet kuruyor.
Bizi üzen, korkutan şeyleri dillendirdiğimizde onların anlatıcısı oluyor ve aciz hissimizden sıyrılıyoruz.
Onları, ‘görüyorum ki bu seni çok üzdü, galiba orada korktuğun bir şey var, öfkeli misin’ gibi cümlelerle hikayelendirmeye çağırırsak, onlar da duyguları utanılacak değil, yaşanılacak şeyler olarak görür ve bastırmazlar.
Bedenlerini tanır gibi, duygularını da tanır, onlarla barışık yaşarlar.
Küçük yaşta, kız arkadaşları olsun.
Etraflarında kız arkadaşlar ve kadınlar olsun.
Anneanneleriyle, kız kuzenleriyle, komşunun kızlarıyla arkadaş olsunlar.
Onların dünyalarını, farklı ve benzer oldukları yanları görsünler.
Oyunlarına katılsın, anlattıklarını duysun, onlarla ortak paydalarda buluşsunlar.
Onlara ta en başından saygı duymayı, dünyalarıyla arkadaşça ilişki kurmayı öğrensinler.
Küçük yaşta arkadaşlarından farklı düşünmekten utanmasınlar.
Evde bizden farklı bir fikri olduğunda, ayıplanmadan ve yargılanmadan bunu söyleyebilsin.
Onu merakla dinleyelim ve dediğinin değerini bilelim ki, o da bir gün arkadaşlarından farklı düşündüğünde bunu saklama gereği duymasın.
‘Ben böyle düşünmüyorum, size katılmıyorum’ diyebilsin.
Etraflarındaki erkekler kızlarla ilgili, aşağılayıcı ya da şiddet içeren yorumlar yaptığında, onlara karşı durabilsin.
Küçük yaşta evdeki değerler baskın çıksın.
Evimizdeki akvaryumun suyu nasılsa, çocuğumuz da içinde o suyla hayata karışıyor.
Biz evi, insana değer veren, sevgi duyan bir temelin üzerine kurarsak, dışarıdan gelecek nefret dolu söylemler içeri giremez.
Her evin sessiz kuralları vardır ve bazı şeyler kabul görmez.
Biz barışı, sevmeyi, saygıyı, dedikodu yapmamayı, açık olmayı evin sessiz değerleri haline getirebiliriz.
En başta kendimiz o değerlerle yaşayarak.
O zaman ileride kötü arkadaşlıkların sesleri, içlerindeki sessiz anayasayı bastıramaz olur.
Küçük yaşta biz de onlara şiddet göstermeyelim, utandırıp, dalga geçmeyelim.
Eğer onların kaba ve şiddet dolu olmalarını istemiyorsak, biz de onlara öyle davranmayalım.
Utandırmak, kimseye bir şey öğretmiyor.
İnsan utandığı şeye bakmıyor çünkü. Halbuki biz onların, hata yapsalar da o hatalarına bakıp, kendileriyle ve bizimle konuşmalarını istiyoruz.
Küçük yaşta manevi olarak yararlanabilmenin zayıflık olmadığını öğretelim.
Bazı durumlarda düşmek, dağılmak, ağlamak ve çaresiz kalmak erkek olmakla çelişmez, bunu söyleyelim.
Elbette onu da bazı olanlar, denilenler yaralayacak. Onun da gemisi su alacak.
Eğer oğullarımız kendilerini güçsüz hissettiklerinde bundan korkarsak, onları hissizleştiririz.
Onlar da ileride karşılarında kendini güçsüz hissedenlere ne yapacaklarını bilemezler.
Onları zavallılar olarak görürler. Onlara saldırarak bu duygudan kurtulmaya çalışabilirler.
Küçükken, davranışlarımızla ona örnek olalım.
Çocuk evden bir haritayla ayrılıyor ve sonra hayatta da oradaki hazineleri arıyor, oradaki düşmanlarla savaşıyor.
Biz evde bir kadın ve erkek olarak birbirimize nasıl davranıyor, birbirimiz hakkında nasıl konuşuyorsak, onun da hayatı ve hayali o olacak.
Biz bir çift olarak, empati ve saygı dolu bir ilişkide miyiz peki?
Asıl soru bu. Gerisi kopyalama. Hem de jenerasyonlar boyu.
Paylaş