Anne

Hayatta duymayı en sevdiğim kelime.Ufak tefek 8 yaşında bir çocuğunun ağzından dökülür.

Haberin Devamı

Kimi zaman soruyla: Anne?
Kimi zaman çağrıyla: Aaaannneee!
Kimi zaman hüzünle: Anneee.
Kimi zaman taşkın bir neşeyle AANNEE!
Nasıl gelirse gelsin, bu kelime her seferinde kalbimi eriterek içine girer, bir kedi gibi usulcacık yerleşir içime.
Anneler Günü’ydü diye anneliği tahta oturtup, etrafında mumlar yakacağımı sanmayın yalnız.
Anneliğin çetrefilli yanları, çıkmaz sokakları, bitmez geceleri, sönmez ateşleri var.
Karmaşık, dolu dolu bir şey annelik. Sızısı var. Neşesi var. Erdemi var. Çiğliği var. Çığlığı var. Öyle hemen kolay anlaşılamaz ve anlatılamaz.
Herkes bir anneden geldi, bunda hem fikiriz değil mi?
Dünyadaki herkes bir anneden doğdu. Hepimizin annesi var. Bu da bayağı bir anne eder.
Milyarlarca kadın şu ya da bu sebeple anne olmayı seçmiş.
Seçmeden oldum diyeni de çoktur.
Kadınların hepsi anne olmak zorunda değil elbette.
Anne olmayan kadınların da bir annesi var ama.
Anne hayatın kökü çünkü.
Doğaya da anne diye seslenmemiz bundan.
Dünya da anne.
Anne hem bir özne, hem bir sıfat, hem yüklem, hem zamir...
Kendini anlatırken nasıl kurarsan kur cümleni, annenden muhakkak bahsetmiş olursun.
Bazen anneme istemeden kırıcı davrandığımda, hemen oğlumun da bana öyle davranacağı günü düşünüp üzülüyorum.
Kalbi kırılmaz sanılıp, hep kalbine ateş edilen insana ne denir, anne.
İşte dün Anneler Günü diye, yine oturup anneliği düşündüm.
Serdar’a dedim ki, “Eminim âşık olup evlendiğin kadın anne olduğunda, bir Picasso resmindeki gibi farklı açılarını gördün. Daha önce anne olmamış bir Nil vardı. O bir kızdı, kadındı, falandı filandı. Şöyle ve böyleydi ve sen onu sevdin. Sonra başkalaştı Nil biraz. Çünkü annelik insana yeni boyutlar getiriyor. Yelelerin şişiyor, tırnakların çıkıyor, karanlıkta görüyorsun, her şeyi havada yakalayabiliyorsun, boşa endişelenip duruyorsun, uykusuzluğa dayanabiliyorsun, sevgin kalbinden midene hatta bağırsaklarına hatta tırnaklarından saçlarına kadar taşıyor. Baştan aşağı sevgi oluyorsun. Bu da bir çeşit kimya değişimi tabi.”
“Yani” dedim, “başka biri olmuş olabilirim. Umarım ve dilerim bu anne Nil’i de en az eskisi kadar seversin. O seni sen babayken sevmişti, şimdi kendi çocuğunun babası olarak da seviyor.”
Çok ciddiye aldım ben bu anneliği.
“Hiçbir şeyi ciddiye almadığın kadar” dedi, doğru.
Hiçbir şeyi bunun kadar ciddiye almadım.
Şarkılar yazarım ve söylerim.
Kimse dinlemese de bunu yapacaktım. Odamda çıkaracaktım içimden, sesleri ve sözleri.
Kimse beni dinlemezken de söylerdim.
O benim hayata katılma şeklim.
Müzikle katılıyorum ben hayata. Ama onu annelik kadar ciddiye almadım.
Kimse dinlemezse beni üzülmem.
Konserlerim dolmazsa oturup ağlamam.
Bundan 50 sene sonra hiçbir şarkım çalınmıyor olursa, nerede hata yaptım demem ama...
Eğer oğlumun kalbini kırarsam mahvolurum, ihtiyacı olduğunda yanında olamazsam biterim, ona istemeyerek bir zararım olursa rezil olurum.
Annelik böyle ciddi iş benim için.
Bana bir insan teslim edildiğini hiç düşünmemiştim anne olduğum gün.
Bir insanı, onun dallarını kırmadan, çiçeğini soldurmadan yeşertmekten daha değerli ne olabilir?
Annemi, anne olunca daha iyi anladım.
O çoban salatadaki tatta, o gece yarısı ‘su’ deyince uzanan bardakta, o ateşliyken alnına konan dudakta annelik.
Bu vesileyle canım annecim, canım anneler, kırılınca hızla kendini yapıştıran, kalbini çocukların aşkıyla tutuşturan anneler...
Sizi seviyorum.
Mükemmel değiliz.
Sadece elimizden gelenin en iyisiyiz ve bu herkese yeter.
Canı gönülden kutlarım hepimizi.

 

Yazarın Tüm Yazıları