Kapıyorum, o amca 6’ncı gün hâlâ enkazının başında, sanki evinde gibi yatağını yapıp yatıyor.
Açıyorum, bir bebek. Avucunda annesinin saçı.
Kapıyorum, bir çocuk. “Annemin sesi kesildi, ona bakın” diye sesleniyor derinlerden.
Açıyorum, yığınların arasında bir adam, elleriyle moloz kaldırıyor. “Kardeşimi kaybettim, annemi arıyorum bulamıyorum” diyor.
Kapıyorum, o kayıp bebekli aileyi arıyorum. Kül mü oldular, kaçıp kurtuldular mı...
Açıyorum, bilezik çalmak için kaldırımda ölü yatanların bileklerini kesiyorlar.
Kapıyorum, ‘Derinden Derinden’ şarkısı çalarken, yıkık apartmanların arasında bir parkta bir kız çocuğu, neşeyle salıncakta sallanıyor...
Açıyorum, Bülent annesini de buluyor üç gün sonra. Onu da aynı yere gömüyor.
Mavi balonu yere düşürmemece oynadık sonra sadece baş parmakla vurulabilir kuralı geldi, sonra herkes vurmadan bir dans figürü yapsın kuralı geldi, hepsine uyarak bir yarım saat müzikle balonla oynandı.
Kahvaltı ettikten sonra bahçeye çıkıldı. Hava güzeldi.
Trambolinde zıplayalım dedik. Zıplamaya başladık.
Sonra ben onun gibi, bir bağdaş, bir ayakta zıplamayı denedim, yapamadım.
Sonra o, havada taklayla zıplamayı denedi yapamadı.
Nasıl öğretilir bilmiyordum o yüzden başka bir şeye geçtik.
‘Şapşal tavuklar’ diye 4 oyuncak tavuk var.
Onları ve birkaç tenis topunu tramboline koyup, zıplarken onlara değen olursa puan kaybeder oynadık.
Sert bir kabuğun içinde yumuşacık bir şey ıstakoz.
Büyüyor büyüyor, sert kabuğu ona dar gelmeye başlıyor.
Sıkışıyor ıstakoz.
Sonra çıkıyor o kabuğundan. Korunmasız olma pahasına.
Okyanusta löp diye yutulan yem olma pahasına.
Koşup gidiyor bir kayanın altına.
Orada kendine yeni bir kabuk yapıyor.
Daha büyük bir kabuk.
Lakin bu dilekler hep gönlümüzde.
Bu yeni zamanda...
Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil...
Sağlığı iyi olsun.
Kalbi ritmini çalsın. Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun.
Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın.
Ciğerlerinden nefes, bacaklarından güç eksik olmasın.
Kanı bol olsun, damarlarında dönüp dönüp dolaşsın.
Bu sene, daha önce yapamayacağımı düşündüğüm ya da zor bulduğum neye kalkıştım ve yapabildim?
Kimlerin kalbini kazandım?
Daha önce denemediğim, cesaret edemediğim neyi denedim?
Kendimle ilgili neyi affettim ve geride bıraktım? Başkasında affedemediğim neyi affedebildim?
İçtenlikle kaç kere özür diledim?
Kaç çocuğa değerli olduğunu hissettirdim?
Kendimi eleştirdiğim hangi konuda artık hiç konuşmuyorum?
Dikkatimiz bizim en büyük gücümüz.
Dikkati verdiğimiz şeyler ömrümüz.
Hiç durup bakmıyoruz, dikkati neye verdiğimize.
Nereye akıyor bakışlarım, nereyi kazıp duruyorum, aklım neye takılı...
Yeni yıla girerken, bu soruları, sahilde bulduğumuz güzel çakıl taşları gibi cebe atalım.
Bir çocuğa dikkat veriyorsun, hemen görüyorsun dallarına bahar geliyor.
Bir sevdiğine dikkat veriyorsun, kalp kapıları ardına dek açılıyor.
- Hamama mı...
- Hımm, gidelim mi?
- Olur, nereye? (Nereden aklına geliyor benim kızımın bunlar?)
- Sultanahmet’e...
- Kalabalık filan olur mu, çok sıcak olur mu?
- Her şey olur ve hiçbir şey olmaz. Hayatı çok kurcalamamak lazım, yaşamak lazım.
- Tamam gidelim. (ah! benim bu maceracı kızım)
- Anne ayrıca bu hamam işini ben hiç yoktan çıkarmadım, ayurveda detoksu yapıyorum ya, Ceren Hanım, “Gitseniz iyi olur, bedeniniz gibi cildiniz de nefes alsın, arınsın” dedi. Hani hep ılık ve az yiyorum, akşamları da tulsi çayı içiyorum ya, hepsi birbirinin parçasıymış.
Her seferinde tak çıkar uğraşmıyorsun. Hava da soğuktu.
Tek başıma sokaklardaydım.
Ellerim ‘üşüyoruz’ diye bağırıyordu. Cepler yetmiyordu. Ben de karşımda görünce aldım.
Bir şeyi karşımda görünce, karşılaşmamız tesadüf değil gibi geliyor bana.
Sağ tekinde ‘wild’, öbüründe de ‘free’ yazıyor.
Vahşi ve özgür. Daha da hoşuma gitti bu.