Yaptığı müzik elektronik diye adlandırılabilirmiş ve ikinci albümü “Aşk Yarası” sonrası dört sene, ‘bilinmeyen bir nedenle’ uzun bir ara vermiş.
Sonrasını biliyorsunuz: Kendime Açtığım Savaşlar...
ChatGPT’nin büyük ve okkalı bir yalan attığını düşünürsek, romantik bir yaklaşım.
İnsan aşk acılarıyla geçen dört yıl sonrası, kendine savaş açmaya karar verebilir...
ChatGPT’nin bazen ne kadar uydurukçu olabileceğini ve AI’lar kaypak çıktı filan gibi yarı şaka yarı ciddi yorumları bir kenara bırakırsak, ne güzel albüm ismi diye düşündüm.
İnsan kendine hiç savaş açmazmış ve açmamalıymış, hep şefkatle sarıp sarmalamalı, pamuklara sarmalıymış diye okuyup dururken, bu cephe benim hoşuma gitti. Savaş kelimesini sevmememe rağmen.
Hele savaş açmayı hiç sevmememe rağmen.
Okuyunca, bu pazartesiden beklentimin de, dileklerimin de hâlâ aynı olduğunu gördüm.
Gördüm ki, umut hep vardı ve hep var olacak.
İşte 31 mart 2014’te yazdığım yazı:
Kötümser olamıyorum.
Beynimde kötümser düşünceleri oluşturacak ağlar, doğuştan kurulmamış.
Hiç su vermemişim o dikenli düşünce bitkilerine.
Bu yazıyı cumartesi gecesi yazıyorum.
Pazartesi bu köşede olabilmesi için, en geç pazar sabahı yollamış olmam gerekiyor.
Biri dışarısı.
Doğanın ortası. Çağlayan bir nehrin yanı.
Bir çınarın gölgesi. Kuş seslerinin duyulduğu bir sabah.
Sabah çimenlerde çiy. Çıplak ayakla basılan toprak. Yağmurun altı. Dağın tepesi.
Batan güneşe doğru giden çamurlu yol.
Denizin kıyısı, denizin içi, denizin üstü.
Rüzgarın estiği bahçe. Ateşin yandığı kıyı. Çakıllar. Balıklar.
Hem dünyadaki herkese hem de hiç kimseye ait olan şeyler.
Her yere su kaydırakları, trambolinler, futbol sahaları ve koşacakları sonsuz kırlar koyarlardı.
Ağaçlara tırmanırlar, bütün kedileri severler ve bütün çikolataları yerlerdi.
Gökyüzünde her daim bir gökkuşağı asılı durur, isteyen ejderhaya, isteyen ‘unicorn’a binerdi.
Boyalar ve kağıtlar yol boyu isteyenleri beklerdi.
Yağmurda, su birikintilerinin oluşması beklenir, oluştuğu an içine hızlıca atlanırdı.
Gün boyu oyun, masal, güzel maceralı kitaplar, çizgi filmler izlenir, karınlar acıktığında patates kızartması ve dondurma yenirdi.
Okul olmayacağına göre pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi ve pazar (Kim zamanı 7 çocuklu bir dul yaptı da hepsine birer isim koydu zaten?) diye bir şeyin önemi olmazdı.
Her gün, güneşle başlayıp güneşle biten peş peşe yaşanmışlıklardan oluşurdu.
Zoe Tucker ve Zoe Persico’nun “Greta Devlere Karşı” kitabı.
Greta Thunberg’den ilhamla yazılmış, doğayı, dünyayı kurtarma hikâyesi.
Greta, “Küçücük bir çocuğum, ben neyi değiştirebilirim ki!” demeden, her gün okul çıkışı, hükümet binasının önüne gidip, ‘skolstrejk för klimatet’ (iklim krizi için okul grevi) yazan bir pankart açtı.
Amacı, yokmuş gibi davranılan koca bir file dikkat çekmekti: İklim krizine.
Madem büyükler susuyordu, dünyayı devralacak olan çocukların harekete geçmesinin zamanıydı.
Kitapta, insanların doğayı katletmesi ve yerine dünyayı nefessiz bırakan, iklimleri bozan, ısıyı artıran gazlar saçan fabrikalar ve araçlar inşa etmesinin sonucunda evsiz kalan hayvanlar, Greta’dan yardım istiyorlar.
Fakat küçücük bir kız çocuğu, bu dev makinelere ve haldır huldur ağaçları kesip, hayvanları yuvasından eden dev adamlara karşı ne yapabilir ki?
Sokaklardaki gece lambaları, bütün şehirler benimdi.
Yürümezdim, uçardım. Düşüncesizdim. Sabırsızdım. Dilime geleni söylerdim.
Balık gibiydim. Elinizde tutamazdınız.
Yunus gibiydim. Sıçrayışlarıma ancak uzaktan bakardınız.
Gözlerimden, nefesimden, suskunluğumdan şarkılar fışkırırdı. Neşemden, hüznümden, korkularımdan. Çocukluğumdan.
Kaldırımda yürürken bile, cebimden yere kelimeler düşerdi melodilere sarılmış.
Rengarenk giyinirdim. Üzerine bir de şapka takardım. Önlükler boyardım.
Ayakkabılarım uymazdı elbiselerime.
17 hece, 3 satırdan oluşan, 5-7-5 hece düzeniyle yazılı, dünyanın en kısa şiirleri.
Öyle kolay değil yazması. Şakacı ama hüzünlü olacak.
Doğayla bir olup, an’a hayret barındırması ve mevsimi de bize sezdirmesi gerekiyor.
İlk iki satırında o an orada gördüğünüz, hissettiğiniz ya da duyduğunuz bir şeyi anlatıyorsunuz.
Üçüncü satırda şaşırtıyorsunuz. Üçüncü satır önemli.
Hem hayreti olacak, hem de beklenmedik bir şey gelecek.
Mesela, Yosa Buson’un “ay batıya uzanırken / doğuya kayıyor / gölgesi çiçeklerin”de olduğu gibi.
Kobayashi Issa
Ayıplama. Durdurma. Baraj kurma. Bırak yaşasın, bırak aksın, akıtsın.
Bağıracaksa da bağırsın.
Öfkesini bir salonun ortasına ya da en kalabalık restoranlara kussun.
Sen orada ol. Sen orada dur. Onunla kal.
O duyguyu itmeden, kısmadan, kızmadan.
Bırak o duygu her yeri boyasın.
Bırak kıpkırmızı olsun duvarlar.
Ya da sapsarı ayçiçekleri açsın birden mutfakta.