Biz bu fırtınanın kalbinden nasıl çıkacağız?
Nereye savrularak, iyi olacak mı yine her şey?
Dertsiz tasasız yokuş aşağı yürüyeceğimiz günler gelecek mi...
Üşümüyorum...
Halbuki kasımdayız. Hava buz gibi olmalıydı.
“Dünyayı karbonla ısıtıp, kendi sonunu hazırlayan ilk parlak tür biz mi olacağız” diyorum. İklimin krizini anlatmak ne kadar zor. Ne zor yanındaki insanı bile tam hissedemezken bazen, insanlığın sonunu hissetmek.
Aranıyorum...
İçimde bir yerde bir meşale olacaktı benim, nerede o? En karanlığa girdiğimde hep yakabildiğim. Haberleri çok okuma bugünlerde diyorum. Müslüme var haberlerde, için kıyılır diyorum. Yüreğine kıymıklar girer, karanlığın o zifirine ancak haykırılır diyorum.
Dünya yuvarlak. (Bkz. Ay tutulmasının gölgesi.)
Varılacak yer yok.
Sadece yolculuk var.
Kelimelerin içi boş, dışı süslü.
Sadece gözler ve davranışlar gerçek.
Bazı çiçekler pembe, bazıları beyaz, bazıları dikenli.
Herkes bir yerinde güzel.
Herkes her şeyi yapmaya muktedir.
1’den 100’e, bir çarkıfelek çevirerek tırmanıyorsun.
0’dan başlıyorsun, mesela çevirdin 5 çıktı, pıt pıt beş kare ilerliyorsun.
Sonra sıra sana geldiğinde, yine çevirdin 3 geldi diyelim, 3 kare daha gidiyorsun 8’e geliyorsun. 100’e ilk varan kazanıyor.
Fakat oyunda çok ilginç bir sürpriz var.
Bazı sayılar arasında merdivenler, bazının arasındaysa oluklar var.
Mesela 23’te bir merdiven var, hooop seni 87’ye kadar çıkarıyor. Çok seviniyorsun, uçuyorsun ama 90’da bir oluk var, denk gelirsen seni hoop 11’e indiriyor mesela.
Oyunu oynarken hayata benzetmemek mümkün değil.
Ya aplikler var, ya kütüphane, ya da resim asılı. Bulacağım ama bir yer muhakkak.
Olmadı oğlumun odasında yatağının oraya asarım.
“Çok önemli mutlaka asman lazım” dedi babam: Dünyada küçücük olduğunu hatırlaman lazım.
Küçükken de hep duvarıma insanın kendini dev gibi hissetmesine yardımcı olan posterler, kartpostallar asardı.
Ortaköyden ikinci el Nietzsche de aldı, “İçindeki devi uyandır”ı da aldı, “Laurel ve Hardy” de aldı.
Belki okumayı sevdiğimi bildiğinden, bana hep kitaplar taşıdı babam. Peki şimdi neden bu dünya atlasında ısrar ediyor?
Söyleyeyim.
Size tuhaf gelecek ama hayata bize yol gösteren ve elbet bir şekilde tanışacağımız gizli meleklerimizle geldiğimize inanıyorum.
Hepsi, hayatın önemli yol ayrımlarında, iniş ve çıkışlarında, dört yol ağızlarında bizi bekleyip, kulağımıza duymamız gereken şeyi fısıldıyor.
Bazen duyup dinlemeyebiliriz, bazen dinleyip şükran duyabiliriz, o bize kalmış.
Fısıldaması onlardan. Dinleyip dinlememesi bizden.
Annelik benim için büyük ve keskin bir yol ayrımıydı.
İlk günlerinde, bebeğimi emzirmeyi bile tek başıma beceremezken büyük panikler yaşamış, hastaneleri arayıp hemşire göndermeleri için yalvarmıştım.
Bu kadar minik bir canlıyı hangi akılla bana teslim etmişti hayat?
Çatıya vurma sesini en çok severim.
Yaprağa çarptığı sesi de çok severim.
Yağmur dünyanın banyo saati gibi. Sonrasında ferahlarsın.
Başını bir yastığa koysan uyursun.
Tülü de çeker gökyüzündeki.
Rengini değiştirir hayatın. Şu an yağmur güzel ama salı günü yağmasını istemiyorum.
Dilerim salı günü yağmaz.
Doğum günlerimiz, ormanda yürürken işaretli ağaçlar gibi, yolun bir bölümünü daha tamamladığımızı hatırlatıyor ister istemez.
Başını çevirip bir bakıyorsun geçmiş senene. Bazen daha da geriye, çok geriye...
Ta çocukluğa kadar. Ben de bir iki gündür, aynadaki yüzümle konuşurken buluyorum kendimi.
En başta hepimiz, kendimizi kutlamalıyız.
Hayatta kalmak bile büyük başarı bu yolculukta.
Sağlıklı olmak, sevdiklerinle olmak, bir şeyler yapmış olmak muhteşem bir başarı.
Madalyalar hak eden durumlar bunlar.
Yeterince söylemiyoruz. Hatırlamıyoruz. Kendimizi neredeyse hiç, bunlardan dolayı kutlamıyoruz.
Ne gitarıma dokunmuşum, ne tek bi satır yazmışım ne de (bari) biraz kitap okumuşum.
Bakmışım, koklamışım, dinlemişim, tatmışım, iki cümle etmişim, erkenden uyumuşum.
Eskiden böyle günler benim için vicdan azabıyla dolu olurdu.
Kendimi dünyada, elimde bir kalemle (yaz Nil) ve içimde şarkılarla (çal Nil) bulduğumdan beri, yazmadığım ve çalmadığım günlerde, koca bir ziyafeti çöpe atar gibi hissediyordum. (Ziyafet lafın gelişi, yoksa onlar başkalarına yavan gelebilir elbet).
Bir dikiş makinesi düşünün, kimsenin bir şey dikmediği ya da bir tren gibi, istasyondan hiç ayrılmayan.
Öyle bir his otururdu içime. Görevimi yerine getirmeyen bir kaçak gibi hissederdim çoğu zaman.
Sonra, şarkılarını ve sesini çok sevdiğim Erykah Badu’nun bir röportajında şöyle dediğini duydum: Çalışmadığım zamanlarda, çalışmıyor değilim, o zamanlarda ‘indiriyorum’. (downloading dedi.)