Son bir aydır özenle, uyumadan önce, günün kırışıklıklarının üzerinden geçiyorum.
Kendimi parmak sallayıp azarlamadan, suçlayıp gözlerimi yere indirmeden, sanki yatağımın kenarına ilişivermiş bir anneanne gibi.
“Eee anlat bakalım, nasıldı günün” diye soruyorum kendime, şefkatli bir ses tonuyla.
“Yani, iyiydi genel. İşte de şu oldu, ben böyle tepki verdim, şunu gördüm, şöyle hissettim, şöyle yapmasaydım böyle yapabilirdim” gibi cümleler kuruyorum.
Sanmayın ki, geçmiş günün ardından cümle kurulmaz. Bal gibi kuruluyor, hem de inci gibi dökülüyor kelimeler.
Hem bu korku filmi gibi geçen maskeli iki yıl, hem iklim krizi, hem ülkedeki umutsuz ve huzursuz hava beni boğardı.
O yaşlar zaten boğucu. Kafayı suyun üstünde tutmak için çok ayak çırpman gereken yaşlar.
Üzerine bir de bütün bu saydıklarım geldiğinde, kalın bir battaniyenin altında kalmış gibi olurdum.
Şu an bile böyle hissediyorsam, o yaşta bin keresini yaşardım kesin.
‘Gençliğime sevgilerimle’ yazısını yazdığımda sene 2015’miş.
2020’de oturdum, 17 yaşındaki Nil’le tekrar konuştum.
Demek aradaki 7 yılda öğrendiklerimi de duysun istedim.
Aslında sadece Nil değil, İdil de, Defne de, Hakan da, Murat da duysun istedim. İhtiyaçları olabilir.
Sadece yatabiliyorlar, sadece ağlayabiliyorlar ve sadece çok yakını görebiliyorlar evimize geldiklerinde.
Sadece yatabildiğinizi, sadece ağlayabildiğinizi ve sadece çok yakını görebildiğinizi düşünün...
Öyle birkaç ay geçiyor, sonra oturabiliyorlar biraz.
Tavan ve yakın yüzler dışında da bir şeyler görünür oluyor.
Önce annenin, sonra anne ve babanın varlığı, sevgisi hissedilir oluyor.
Acıkırsam yemek verirler, altıma yaparsam temizlerler ve canım yanarsa çözüm ararlar diyorsun.
Şanslıysan sevgiyi bocalıyorlar sana. ‘Güvendeyim’ diyorsun, bu koca bilinmezlik içinde.
Bu zamana kadar seni pek tanımıyorlar tabi.
Hayatımın 4-22 yaş arası 18 yılı, hemen hemen her gün, sorgusuz sualsiz okula gittim ben.
Çoğunu büyük bir sıkıntı, ilgilenmediğim konulara katlanmak ve etraftaki çocukların dalga geçmesi olarak hatırlıyorum.
Üniversiteye doğru iyileşti biraz her şey. Neyi sevdiğimi daha iyi biliyordum.
Anlatılanlardan daha çoğunu merak ediyordum ve dalga geçilme sıklığı hayli azaldı, hatta sıfırlandı diyebilirim.
Yine de uluslararası ilişkiler ve politika ne kadar benim meşrebimdi orası tartışılır.
Ortaokulda bize bestelerini gitarla çalan İngilizce öğretmenimi, lisedeki edebiyat öğretmenimi ve üniversitede de birkaç öğretmenimi saymazsak, öğretmenler de bende bir iz bırakmadı.
Hele eve gelen ve benim piyano çalamayacağımı söyleyen (ve muhtemelen müziğe de yeteneğim olmadığını düşünen) müzik öğretmenlerini de bunlara katabilirim. Zar zor geçti bitti 18 yıl.
Boğaziçi’ne girerken, “Buradaki her şeyi unutacaksınız, İngilizce ve kendine güven kalacak” diyen bölüm başkanı da haklıydı.
Şöyle dışarı çıkıp, bir turlayıp, arkadaşımızla çay içebilelim.
Ne bileyim, annemlere giderken kırk kez düşünmeyeyim. Sevdiklerime sarılayım, öpeyim mesela.
Her soğuk aldığımda, içimde bir korku olmasın.
Çocuğum arkadaşına oynamaya gitsin. Kalabalıklara karışayım telaşsızca. Korkmadan başkalarından.
Asansörü çağırınca elimi kolonyayı boca etmeden. Dışarda normal nefes alıp verelim, bir şey takmadan. Böyle şeyler. Tamamen normal şeyler.
Bize iyi haberler getir demiştim unutmadın değil mi?
Bu sene hacıyatmaz gibiydik, bir o yana bir bu yana.
Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil...
Sağlığı iyi olsun.
Kalbi ritmini çalsın. Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun.
Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın.
Ciğerlerinden nefes, midesinden gurultu, bacaklarından güç eksik olmasın.
Kanı bol olsun, damarlarında dönüp dönüp dolaşsın.
Sevdikleriyle bir arada olsun.
Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın. Lafları birbiriyle başlasın.
Hatalar yapacağım.
Ama benim hatalarım olacak yaptıklarım.
O hatalar beni ben yapacak.
Eşsiz olacağım kusurlarımla.
Bir cümle okudum, diyor ki: Karakter, karşılaştırma yapılamadığında ortaya çıkar.
Yani beni başkalarıyla yan yana koyduğundaki, girinti çıkıntılarım.
İşte benim coğrafyam o.
Beni ben yapan, herkesten başka yapan.
Geçen sene denedim, olmadı.
Dedim her gün bir cümle yazsam...
Koronaydı, yetişmedi, zamanı değilmiş dedik.
Bu sene daha da güzel, hayalimden taşan bir şey yaptık.
52 haftaya 52 kartpostal!
Birbirinden değerli illüstratörler cümleleri yorumladı ve ortaya bir yerde rastlasam her arkadaşıma hediye etmek isteyeceğim güzellikte, sihirli bir kutu çıktı.
Peki ne yazıyor bu kartpostallarda?