Bazı kelimeler, sadece belli dillerde yaşar. Çok şey söyler.
Biz insan olduğumuzdan o duyguları biliriz, ama ismini kendi dilimizde koyamayız.
Adsız bir sokak çocuğu gibi, arada bir belirir ve kaybolur.
‘Weltschmerz’ de öyle bir kelime. Almanca bu kavram. Dünya halinden duyulan acı. Dünya ıstırabı, dünyanın karnımızdaki ağrısı, dünya üzüntüsü anlamına geliyor. Filozof Cioran’ın hakim duygusuymuş. Hepimiz onu biliyoruz. Hele bugünlerde.
Temmuz bile içimizi ısıtamazken.
Kafamızdaki ideal dünyayla olan dünyanın uçurumunun hissi.
Hiç “Game of Thrones” ve “Breaking Bad” izlememiş biri olarak, o furyaya en başından giremedim.
Sevdiğim diziler oldu.
“I may Destroy You” mesela, şimdi de “Barry” var. “Barry” en az bir Tarantino filmi kadar kanlı olsa da, sevdim bir kere.
Şaşırtmasını seviyorum beni her defasında belki. Hayat gibi.
Hani sen bir beklenti senaryosu yazarsın ama bambaşka bir şey olur, şaşarsın. Öyle biraz.
“After Life”ı da sevdim.
Bir küçük kasabada varoluş sıkıntısıyla dönüp duruyorlar. Karanlıkların komiği.
Kucaklarında gözlerimiz kapalı uyuduğumuz bu insanlar, o sırada içlerinden bizi ne olursa olsun korumaya yemin ediyorlardı.
Bilmiyorduk henüz.
Bugüne kadar erkek, adam, oğlan, koca, sevgili olan bu varlıklar bundan böyle baba olarak anılacaktı. En azından kendi hikâyelerinde adları böyle geçecekti.
Büyürken çeşitli dönemlerimiz oldu.
Hiç konuşmadığımız yıllar, hiç uyumadığımız geceler, kapıları sadece çarparak kapatabildiğimiz zamanlarımız oldu.
Onlar bizimle konuşmaktan, uykusuz kalmaktan, kapının başında durup endişelenmekten vazgeçmediler.
Bizim büyüyüp kocaman olduğumuz zamanları hayal eden de onlardı.
Biz değildik.
Eğer aynı hafta içinde bir mezuniyet, bir cenaze, bir düğün ve bir doğum günü varsa, bu rüyayı görürsün.
Geçen iki haftam, bir duygular lunaparkı gibiydi.
Birinden inip, diğerine bindim.
Arada pamuk şeker aldım, hedefi vurup boyumdan büyük tavşanlar kazandım, sonra hızla aşağı çakıldım bir trenle.
Susadım su yoktu.
Kendimi, bir takside aldığım mesajla, adını duyup hiç görmediğim Kerim’in ölümüne ağlarken buldum.
Kendimi, topuğu ben dans ettikçe çimleri delen bir ayakkabıyla, ‘yoksa bahçemin eski şanı/ sebebi koparılan çiçekler’ şarkısını söylerken buldum.
Kendimi,
Ben ki, dudak, yanak ve tırnak yiyenlerden hiç olmadım ve onların kafalarını hep çok bulutlu buldum, birden kendim onlardan biri oluverdim.
Fark edince, bu saçma huy bedenime ezber yapmasın diye, hemen kafamın içine bakıyorum.
Ne düşünüyorum ben? Nerede takılıyor düşünce treni? İçinden çıkamadığım o şey ne? Hangi cümle geçti aklımdan da, kopardım dudağımdan bir parçayı?
İnsan hangi düşünceye düşerse düşsün, kendini kaldırmayı ve onun sadece aklından geçen uydurma bir cümle olduğunu kendine hatırlatmalı.
Kendinle ilgili her şeyi çözmenin ilk şartı farkındalık.
Farkında olan insana hiçbir şey olmuyor.
Neyse, böyle böyle endişe avındayken ben, ‘Guatemala endişe bebekleri’ diye bir şey olduğunu öğrendim.
Kimi zaman soruyla: Anne?
Kimi zaman çağrıyla: Aaaannneee!
Kimi zaman hüzünle: Anneee.
Kimi zaman taşkın bir neşeyle AANNEE!
Nasıl gelirse gelsin, bu kelime her seferinde kalbimi eriterek içine girer, bir kedi gibi usulcacık yerleşir içime.
Anneler Günü’ydü diye anneliği tahta oturtup, etrafında mumlar yakacağımı sanmayın yalnız.
Anneliğin çetrefilli yanları, çıkmaz sokakları, bitmez geceleri, sönmez ateşleri var.
O kadar sis vardır ki arabanın içinde kendi ellerini bile göremiyorlardır.
Araba ağır ağır, öndeki arabanın karda bıraktığı teker izlerinde yolu bularak ilerlerken, yoldan çıkar ve yan yatarak aşağı sürüklenir.
Hepsi arabadan titreyerek çıkar ve “buradan nasıl çıkacağız” diye düşünürler.
O sırada aralarından biri, hangisi bilmiyoruz, der ki: “Elbet bir şey olacak”.
Paul Mc Cartney, “Lyrics” kitabında bunun karanlık ve moralsiz günlerde tutunulacak en güzel felsefe olduğunu söylüyor, “‘Elbet bir şey olacak’ yüzeysel ve kaderci gibi dursa da, insana böyle zamanlarda yardım eden bir cümle” diyor.
Ne düşünüyorsunuz? Sizce kendimizi tünellerde bulduğumuz, yol bitti sandığımız zamanlarda, bu cümle meşaleyi yakabilir mi? Bence, yakar.
Bir kar çukurunda yan dönmüş bir arabanın içinde hayat bitmediyse, elbet bir şey olur.
Biz nefes aldıkça hayat yeni olayları yüklemeye devam eder çünkü.
Gözlerim pencereyse, açık. Her şeyi görüyorum.
Çirkin görünenin bile aslında güzel olduğunu anlama mevsimindeyim.
Tropik, yavaş, güneşli. Acelem yok. Güneş gitgide geç batacak.
Ömrüm uzun modundayım.
Güzel laflar okuyorum. Not alıyorum.
Öğrenmek için yazması gerekenlerdenim.
Birkaç santim yukarıda ayaklarım yerden.
Etkilenmiyorum diyelim küçük depremlerden.