Aklıma bir fikir geldi mi diye hergün posta kutusuna bakıyorum. Göz kapaklarımın oradaki posta kutusuna.
Biraz nota, biraz ‘aa niye ben bunun öbür türlüsünü düşünmedim?’, biraz ‘yeni kelime oyunları’, biraz ‘şu mümkün mü, bu olur mu?’ gibi şeyler gelmiş mi diye. Çoğu zaman kutu boş. ‘Ideas co.’ sadece ‘members only’ çalışıyor. Anlayan anladı.
Fikir, genetik kablolarından bazıları paralel değil de, çapraz bağlanmış insanlara gelir. Hayal kurmadan, kafadan atmadan ve saçmalamadan duramayanlara. ‘Başka fikir yok mu yani?’ diyecek kadar sıkılmışlara. Mercek gözleriyle konsantrasyonunu bir noktada sabitleyip kağıtları yakanlara...
Peki 2004’te kimin aklına ne gelmiş?
Trafikte arabalar duygularını mimikle, renk değiştirerek ve farklı kornalarla belli etseler. Kızsalar, mutlu olsalar, üzülseler? Dört Japon mühendis Toyota için düşünmüş. Bu benim işime gelmez. Benim arabam mor! Ben morarttım.
Şeffaf beton olsa? Binaların içine duvarlardan da ışık girse? Duvarda akşamüstü olsa, ağacın dalları olsa? Aron Losonczi çimento, su falanla yapılan bina karışımına cam da katmış. Ne iyi düşünmüş. İlerde Tuscany’de yaptırıp içinde sıkıntıdan patlayacağım tek katlı evin duvarları böyle olsun!
***
Fotoshop’lanmış ve ‘shop’lanmamış resmi ayırdeden bir software olsa? Ama profesör Farid, siz delirdiniz mi kuzum! Tamam sahte deliller için iyi. Brezilyalı süpermodel arayıp da: Budweiser reklamında kafamı başka bir kadının vucüduna koymuşlar, ispat etmem lazım dediğinde süper. Ama..... tamam yok bişey. (Profesör yalvarırım Hazırkart’ın biz biz üniversiteliyiz ilanlarından uzak tutun software’inizi. Oradaki eller benim değil, hahaha)
Ayakkabıların topukları yükselip alçalsa? Mesela gün boyu az topukla koşturulsa, gece yüksek topukla coşturulsa? Altı kadameli ayarlanabilir topuğu aklına getiren Wei-Chieh Tu. Bu fikir tam benlik! Bunun yanında kısalıp uzayan etek iyi gitmez mi sence Tu? Topuk kademe 1: Evet, anlıyorum, derhal efendim.
Topuk kademe 6: Hayır, anlamıyorsun, hiçbir zaman sevgilim. Arası belkiler, bazenler.
Gözün içine neden mücevher takılmıyor? Milyonlarca kere kırpsan da, onbinlerce kere ovuştursan da gitmeyen parıltılı birşey? Kıpırdamayan, mesela hep sağ köşede duran? Gerrit Melles nereden bulursun böyle soruları! 10 dakika ve 4 bin dolara ‘bu kızın gözleri parıldıyor’ lafı. Güzeeel. Dişlerimden birini de altın yaptırırım. Bir gülerim, 2 parıltı birden çakarım! Karşıdakinin gözü kamaşır...Taksit var mı Bonus karta?
***
Acaba hücreler ses çıkarıyor mu? Minik kıpırtıları olduğuna göre minik vibrasyonları da olabilir...Ben gidip biraz hücreleri dinleyeyim diyen biri de olmuş 2004’te. Adı James Gimzewski. Bu sesleri insan kulağının duyabileceği hale getirince bir bakmış, maya hücresinin şarkısı çok güzelmiş. Keşfi sadece hayatı dinlemek için değil, hayatı devam ettirmek için. Kanserli hücrelere kulak vermek istiyor. Hücreler kanserli hücreye dönüşürken duyabilirsin, kanserli hücreler vücutta yer değiştirirken duyabilirsin, bir hücrenin bölünmesini ve ölümünü duyabilirsin. Dinlemeyi aklına getirirsen. Gimzewski’ysen. Hücreler de ölürken ıstakoz gibi çığlık atıyormuş. Bir korku filmi yönetmeni bu çığlığı filminin soundtracki yapmak istemiş. Uyanık adam. Bizi damardan sarsmak için... ‘İçimden bir ses’ bu çok romantik bir buluş diyor. Damarlarımda Beethoven’ın Pathetique sonatı çalıyor, dinler misin?
Aklım şu ‘hücre müziği’ne takıldı. Halbuki daha ‘Neden Amerikan marşını herkes söyleyebilsin diye transpoze etmiyoruz?’ diyen Ed Siegel, ‘Bin 800 kişinin vücuduna dövmeyle farklı kelimeler yazsam, hepsi biraraya gelince ‘skin’ diye bir hikaye çıksa güzel olmaz mı?’ diyen Shelley Jackson ve ‘Neden oradan oraya gezen, taşınabilir bir müze yapılmıyor?’ diyen Gregory Colbaert vardı sevdiğim...