Paylaş
Komşu hakları konusundaki uyarılar, kötü söz söylememek, gıybet yapmamak, zulmetmemek, mazlumun yanında olmak, boş ve faydasız sözü yaymamak, abesle meşgul olmamak, insanları aldatmamak, sözünde durmak, emanete ihanet etmemek, insanların mahremini kurcalamamak, başkasının ayıbından önce kendi ayıplarıyla meşgul olmak... Evet bunların hepsi “güzel ahlak”ın pratikteki yansımaları değil mi?
Kişi hacca gitmesine rağmen bu menfi (negatif) işlerden birini yapıyorsa haccından bir haz almamış demektir. Halkımızın zarif deyimiyle “Hacda Hz. İbrahim’in sesini değil, şeytanın sesini dinlemiş”tir.
Kişi namaz kılmasına rağmen negatif işlerde yoğunlaşıyorsa, bu namazı eğilip kalkmaktan ibarettir. Namazı namaz olamamıştır. Namaz günah ve kötülükten alıkoyardı. Ama onun namazı alıkoymamış; yani manen kılınmamış hükmündedir. O belki fıkhen namazın kazasını yapmayacaktır ama bu namazından dolayı tevbe etmeden de sorumluluktan kurtulamayacaktır.
Kişi zekât verirken; diğer yandan emanete ihanet ediyorsa, şerr işlerin peşindeyse, başkasının düştüğü anı kendi ikbali için bir vesile biliyorsa, verdiği zekât kabul görmeye değil, arınmaya muhtaçtır. Zekâtın kelime anlamı malı haramdan ve hatalı yollardan temizlemek ve arındırmaktır. Ama böyle bir zekât arındırmadığı gibi, arınmaya muhtaçtır.
Bütün Peygamberler takvayı ve kamil imanı yaymaya çalışmışlardır. Yanlışlara tolerans göstermemişlerdir. Epiktetos’un (MS 50-130): “Vicdanının sesini dinle, Allah’a güven, katlan ve mahrum ol” şeklinde özetlenecek öğretisi, bu risalet mirasının akılları arındırmasından başka nedir ki! Onun içindir ki, Jean Bodin gibilerinin dinleri dışlayan ve doğa ile aklın yasalarını onun yerine ikame eden felsefeleri akim (geçersiz) kalmıştır. Bilimden uzak bir dini topal, dinden uzak bir bilimi ise kör olarak tanımlayan ‘mutedil’ bakış onun içindir ki, revaç bulmaya başlamıştır. Gelecek asırlarda da dünyaya hâkim olacak olan risalet -vahiy- bakışı elbette bu olacaktır.
Ahlaklı olmadan Müslüman olamayız. Merhametsiz, ahlaksız, toleranssız, zalim, gaddar bir insan Kuran’ın talebesi ve Hz. Peygamber mescidinin bir cemaati olamaz. O mescide arka kapısından girmeye çalışmışsa kendini acımasızca eleştirip “Acaba ben münafık mıyım” diye sormalıdır. Öyle ya, münafığın alametlerini sayarken, “Emanete riayet etmemek, verdiği sözde durmamak ve yalan söylemek” olarak özetler Hz. Peygamber. Varsa kişide bu özellikler Hz. Peygamber mescidinin bir ferdi bile olsa, alacağı isim budur. Onun içindir ki adalet terazisini süreyya yıldızına kadar yükseltmiş Hz. Ömer (r.a) Peygamberimizin cemaati arasına sızmış olan münafıkların isimlerini Hz. Peygamberden -özel bir izinle- öğrenmiş olan Hz. Huzeyfe’ye usulca sokulup soruyordu: “O listede ben var mıyım? Hz. Peygamber beni de münafıklardan saydı mı?”
Münafıkların kendini kamil mümin saydığı; kamil müminin ise münafık mıyım korkusuyla titrediği iki farklı dünya.
Ne kadar gariptir ki, ikisi de aynı Kuran’ı okuyor, aynı safta duruyor, aynı ezana kulak kabartıyor, aynı mescide giriyor, aynı orucu tutuyor, aynı abdesti alıyor, aynı Kâbe’de tavaf ediyor ve aynı secdeyi yapıyor. Birisi Allah’ın katında itibar görüyorken, diğeri belki çemberin çok dışındadır.
Hz. Peygamber kabir azabını ve şefaati inkâr eden, sünneti reddeden ve bid’ate dalmış olan özel bir anlayış grup, felsefeyi tanımlarken çok hassas bir tanımlama yapmıştı. “Siz onların alınlarının çok secdeden dolayı nasır bağladığını görürsünüz. Namazınızı veya orucunuzu onların namaz ve oruçlarının yanında azımsarsınız. Ama onlar bu ifsatlarından dolayı -okun yaydan çıktığı gibi- İslam’dan çıkarlar.” Çizgi o kadar hassas ki. İbre o kadar kaymaya müsait ki.
Demek ki çok namaz, çok oruç, çok hac, çok zekât bir anlam taşımayabilir. Bunlardan uzak olmak da ayrı bir sıkıntı. Takva, ahlak, istikamet, samimiyet, kamil iman olmadan bu ibadetler kişiyi hiçbir yere götürmez. Götürse götürse Hz. Huzeyfe’nin elindeki listeye götürür.
İman etmiş olmak, Müslüman olmak bize gayriinsani, gayriahlaki davranmak hakkını vermediği gibi, helali haram, haramı da helal kılma yetkisi tanımaz.
Salebe anlatıyor: “Biz savaşta düşmana ait bir koyun sürüsünü yağmaladık. Tencereye koyup pişirmek istedik. Bunu öğrenen Hz. Peygamber bütün tencereleri devirdi. Tek bir lokma yememize müsaade etmedi. Sonra herkesin duyacağı bir şekilde ilan etti: ‘Şüphesiz yağmalanan mal, helal değildir’.” (İbni Mace; hd: 3938)
Evet... İlginçtir. Bu yanlışı yapanlar yeryüzünün en hassas iman ve ihlas kadrosu olan sahabenin bir kısmıdır. Ama Allah’ın Resulü olanca hiddetiyle bu ilkesiz hareketi mahkûm eder. Başta dediğim gibi “İslam güzel, temiz, duru ve nezih ahlaktır.”
SORALIM ÖĞRENELİM
Kuran-ı Kerim’deki en uzun ayet ve en son inen ayet hangisidir?
MAHİDE ALTUN İNGİLTERE
Kuran-ı Kerim’deki en uzun ayet Bakara Suresi’nin 282. ayetidir.
Kuran-ı Kerim’deki en son inen ayet ise âlimlerin çoğuna göre Maide Suresi’nin 3. ayetidir.
İki bayram arasında nikâh kıymak, düğün yapmak sakıncalı mıdır?
SEDAT BAŞARAN İSTANBUL
Sahabe iki bayram arasında evlenmiş ve düğün yapmıştır. Buna engel herhangi bir hüküm yoktur. Ayrıca iki bayram arası olmayan bir zaman da yok ki!..
Şimdi bile Kurban ile Ramazan Bayramı arasında değil miyiz?!
Kadınlar eşlerinin rızası olmadan kendi paralarını harcayabilirler mi?
HATİCE ŞENGÜL KAYSERİ
Kadının kazandığı veya miras yoluyla edindiği sermaye kendisine ait, özel malıdır. Kocasının buna müdahale yetkisi yoktur. Kadın isterse bu paradan kocasına vermeyebilir.
Peygamber efendimizin baba ve annesi Müslüman mıydılar? Mezarları nerededir?
MUSTAFA İYİHUYLU ÇANKIRI
Peygamberimizin anne ve babası Hz. İbrahim’in Tevhid Dini üzerine idiler. Mümindiler. Putperest değillerdi. Babasının mezarı Medine’dedir. Annesinin mezarı ise Ebva Köyü’ndedir.
Paylaş