İslam diyaloğu emreder...

KURAN-I Kerim’i doğru okumak çok önemli. Önyargılardan uzak, şablonların dışında, nassları doğru değerlendirip akılla okumak lazım. Onun için Kuran birçok ayetinde -akıl- nimetini kemalin zirvesi sayar.

Haberin Devamı

Kuran’ın kendisi aykırı fikirlere müsaade eder. Aykırı fikirleri -reddetmek koşuluyla- serdeder. Sayfalarca anlatır. Kuran-ı Kerim; Firavun’un, Haman’ın, Nemrud’un, Hz. Lut’un kavminin, Hz. Nuh’un kavminin, Hz. Peygamber’in düşmanlarının vs. görüşlerini, itirazlarını, önyargılarını onlarca ayetle aktarır. Onları konuşturur. Peygamberlere sataşmalarından bahseder. Hatta daha da ilginci, peygamberleri; sihirbaz, şair, kâhin, bozguncu olarak nitelemelerine yer verir. Bu, Kuran-ı Kerim’in tarihi sürece gösterdiği, belgesel mahiyetteki toleranstır. Kuran eski tarihi yapıtların korunmasını nasıl emrediyorsa, oraları gezip hem ibret almak ve hem de bilimsel sonuçlar çıkarımını destekliyorsa, kadim felsefelerin de kaybolmaması için ayetlerinde o görüşlere yer veriyor. Yoksa biz Hz. Nuh’un veya Hz. İbrahim’in kavminin itirazlarını nereden bilecektik. Onların kendilerince makul olan akıl yürütmelerini nasıl değerlendirebilecektik...
Kuran-ı Kerim’i lokal anlamda değerlendirmek -usul tarihi açısından- bir felakettir. Metodolojiyi doğru okumamaktır. Bir ayetle yola çıkarak genel hükümlere varmak yerine, o husustaki bütün ayetleri değerlendirmek; tarihi süreci doğru okumak ve ayetlerin tümünü görüp bir çıkarım yapmak mümkün olabilir.
Peki İslamı tebliğ etmek hoşgörüye, toleransa engel midir? Tabii ki değil. Doğrusu şunu sormak lazım: Tebliği olmayan din, felsefe, görüş var mıdır? Tebliğ ulaştırmadır. Aktarmadır. Beyan ise aktarılanı, ulaştırılanı açıklamadır. Bunlar yerine getirilmezse, o zaman varlık sebebi ortadan kalkar.
Ama tebliğin unsurları içinde, “Haksızca öldüreceksin, dinlemeyeceksin, yaşatmayacaksın, işkence edeceksin” türünden emirler varsa o zaman bu tarz tebliğ problemlidir dersiniz. Aksi takdirde cebr ile tebliği karıştırmış olursunuz...
Kuran, “Dinde zorlama yoktur” buyurur. Kuran, ehli kitaba “Gelin ortak bir zeminde tevhidi ikrar edelim” buyurur. Kuran, “Savaş halinde bile -ki savaş arızi bir haldir- barışa yol ara” buyurur. Kuran, “Bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir, bir insanı yaşatmak bütün insanları yaşatmak gibidir” buyurur. Kuran, “Muhammed! Sen onların üzerine baskı uygulayıcı değilsin” buyurur. Kuran, “Muhammed! Onların inkârından sorumlu değilsin” buyurur. Kuran; “İnsana iki yol -seçenek- gösterdik. Kişi istediği yolda gider” buyurur. Kuran, “Sizi kabilelere, dillere, renklere ayırdık ki anlaşıp, bilişip birbirinizle uyumlu yaşayasınız” buyurur. Kuran, “Bütün peygamberlerin hidayet rehberleridir” buyurur. Kuran, Yahudilerey, “Aranızda kitabınız var. Ona baksanız ya” buyurur.
Kuran-ı Kerim daha ne diyecek! Toleransı, diyaloğu, hoşgörüyü, affediciliği anlatan o kadar ayet var ki... O kadar uygulama var ki... Görmemek, anlamamak mümkün değildir. Ama Kuran bir vahiydir. Vahiy -Allah’ın kelamı- elbette kendinden emindir. Elbette emredecektir. Elbette isteyecektir. Elbette medeniyetini kuracaktır. Önemli olan bunu yaparken başkasının hukukunu koruyup korumadığıdır. Bunu da sadece nasslarıyla değil, pratik değerleriyle de ortaya koymak zorundadır....
Ve İslam tarihi boyunca hoşgörünün, toleransın, diyaloğun bütün örneklerini sergilemiştir...
Hz. Peygamber Medine’ye gittiğinde ilk olarak oradaki Yahudilerle vatandaşlık akdi imzalar. Ve onlar sadık kalıncaya kadar sadık kalır.
Mekke’de sıkışan sahabesini Hıristiyan olan Habeş Kralı Necaşi’ye gönderir ve “Orada adil bir kral var. Gidin onun yanına” diyerek başka din yönetici ve mensuplarının içinde de kişilikli insanların olacağına işaret eder. Kuran-ı Kerim, Hıristiyan din adamları içinde gözleri hakikat karşısında yaşaran, samimi insanların varlığından bahseder.
Hz. Peygamber, Necran Hıristiyanlarını camide kabul edip onlarla müthiş bir sohbet, diyalog ve ortak zemin arayışına girer. Kendi dininden zerre kadar taviz vermeden, onları anlayarak, hakikati de aktararak. Hz. Peygamber müşrik şairler içinde Allah’ın tevhidine yakınlaşmış olanlarının sözlerini duyduğunda son derece duygulanmış ve “Ramak kalmıştı. Ramak kalmıştı. Neredeyse hakikat yakalayacaktı” diyerek övmüştür.
Hz. Ömer dilenen bir Yahudi’yi gördüğünde, onların ihtiyarları için maaş bağlayacaktır. İslam beldelerine giren gayrimüslimler güvence altındadır diyecektir. Hz. Peygamber, herhangi bir Müslüman’ın (devletten öte vatandaşın bile), istediği bir gayrimüslime -hatta putpereste- güvence, siyasi sığınma hakkı verebileceğini deklare eder.
Hz. Peygamber Mekke’yi fethettiğinde Hz. Hamza’nın katiline, kendi öz kızı Zeyneb’in ölümüne sebep olan katillerin tümüne af ilan eder. Koca bir Mekke fethi kan dökülmeden sonuç alır. Savaş halinde bile, kilise basılmayacağı, din adamı öldürülmeyeceği, çocuk, kadın ve savaşçı olmayan vatandaşlara dokunulmayacağı, hakiki bir norm haline getirilir. Daha binlerce örnek... Evet, İslam hoşgörüdür. İslam barıştır. İslam toleranstır. İslam diyalogdur. İslam başkasını anlamak ve dinlemektir. Ama bu İslam’ın kendisini anlatmaması demek değildir. Bu İslam’ın kişiliksiz, karaktersiz, silik, zavallı, renksiz, pespaye bir metot takip etmesi demek değildir. Başka felsefeler önünde el ovuşturması demek değildir. Kimse bunu beklememeli. Ve esasen hiç kimse de sloganvari değerlendirmelerine nezih İslam rahmetini iskat etmeye çalışmamalıdır.

Haberin Devamı

SORALIM ÖĞRENELİM

Haberin Devamı

* Hz. Yusuf’un gömleği Yusuf’tan çıkarılınca Hz. Yakub oğlunun kokusunu duymuştur diyorlar. Neden Hz. Yusuf’un üzerindeyken duymadı da çıkarınca duydu?
HALİME UYAN/ ESKİŞEHİR
Okuyucumuzun bu uzun sorusu aslında güzel bir soru. Onun için kısaltıp aldım. Çünkü veren müsaade etmedikçe alıcı bir şey elde edemez. Buna biz ‘iltifat’ deriz. Yüce Allah, Hz. Yakub’un gözünü aldı ama hissetme, koku alma duyusunu yüceltti. Bu nedenle de kardeşlerinin kervanı ayrılır ayrılmaz Hz. Yakub, oğlu Yusuf’un kokusunu hissetti. Zira Hz. Yakub’un imtihanı bitmiş ve aradaki vuslat engeli kalkmıştır.
* İmansız -inançsız- ölene şefaat imkânı var mıdır? Ebediyen ateşte midir?
CEMİL DENİZ/ BATMAN
Bu husus âlimler arasında tartışılmıştır. Konuyla ilgili görüşleri aktaralım: İmam Kurtubi: “Ateşten çıkmazlar, şefaatle azabları hafifletilebilir” der; Müddessir 48. ayeti buna delil gösterir. Beyhaki: “Genel anlamda böyle bir şefaat olamaz. Ama özel -hususi- anlamda şefaat olabilir” der. Buna delil olarak Peygamberimizden ‘Ebu Talib’in azabının hafifletildiğine ait rivayet delil gösterilir. Yine Ebu Leheb’in Peygamberimizin doğumu üzerine kendi kölesi Süreybe’yi azat etmesinin ahirette yararını gördüğü rivayeti de bu noktadaki delillerdendir. Kurtubi; Enbiya 47. ayetini de bazısının azabının hafifliğine delil sayar. Yine Fatır suresinin 36. ayeti de; küfrün azabı değil, günahların azabı hafifletilir şeklinde yorumlanmıştır. Bu konuda hayli görüş vardır. Ama özetle görüşler böyledir.
* Peygamberimiz amcası Ebu Talib’e ölüm anında neden sürekli ‘Lailaheillallah de’ buyurmuş da Muhammed Resulullah dedirtmemiştir?
HÜLYA ÇİM/İZMİR
Zira Ebu Talip Peygamberimizin peygamber olduğunu zaten biliyordu. Bunu defalarca söylemiştir. Peygamberimiz bunu söyletmeye gerek görmedi. Ama Allah’ın birliğini ifade etmemişti. Peygamberimiz onu söyletmeye çalışmıştır.

Yazarın Tüm Yazıları