Paylaş
Bununla yetinemiyor, -peygamberliğin gereği olarak- tebliğ ediyordu. Peygamberliğin 2. yılından itibaren dozunu artırarak devam eden Mekkeli müşriklerin zulmü 4. yılda fiili işkenceye dönüştü. Hele inen “Yakın akrabalarını uyar” ayetinden sonra amcası Ebu Leheb gibi insanların hakaretlerine de maruz kaldı. 5. yılda bazı Müslümanlar Hıristiyanların hâkim oldukları Habeşistan’a göçmek zorunda kaldılar. 6. yılda Hz. Hamza ile Hz. Ömer gibi iki otoritenin Müslüman olmaları Müslümanlara nefes alma imkânı tanıdı. 7-9. senelerinde ise müşrikler ‘tecrit’ politikası sürdürerek Müslümanları boykot ettiler. Müslümanlar Mekke’nin içinde alışveriş yapamıyor, çoğu kez evlerinden çıkamıyorlardı. Yeterli gıda alamayan Müslüman çocukları Mekke’de can veriyorlardı. 9. yılda insaflı bazı müşriklerin de çabalarıyla boykot sona erdirildi. Bu yılın sonunda muhteşem bir olay -mucize- gerçekleştirildi. Yüce Resul, gökteki Ay’ı ikiye böldü.
Mehtaplı bir gecede Hz. Peygamber -Hz. Hamza’nın veya bazı müşriklerin talebi üzerine- ellerini göğe kaldırmış, dua etmiş ve parmaklarıyla Ay’ı işaret etmişti. Mekkelilerin gözleri önünde ikiye ayrılan ayın bir parçası Ebu Kubeys Dağı’na, diğer parçası ise Kueykıan Dağı’na doğru sarktı. Ebu Cehil bu manzara karşısında “Bu büyük bir sihirdir” diye itiraz etti. Ama o gece birçok insan Ay’ın ikiye bölündüğünü gördüklerini kabul ettiler.
Kuran-ı Kerim bu olayı şu ayetle haber veriyor: “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir mucizeyi görseler, hemen yüz çevirirler ve ‘Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür’ derler” (El-Kamer, 1-2; ayrıca Bkz. Tirmizi, Tefsir, 54-3286)
Ay’ın ikiye yarılması Hz. Peygamber’in ‘sema-gök’ ile olan irtibatını yükseltti. 10. senede eşi Hz. Hatice ile amcası Ebu Talib’in vefatları, O’nu yanlızlaştırırken “tek sahip ve dostun Yüce Allah olduğu” duygusunu O’nun zarif ve kırılgan kalbine yeniden dokudu.
Taif şehrine gidip Taiflileri İslam’a davet etmek istedi. Taif, Mekke’ye 160 km idi. Orada 10 gün kaldı. Taif’in liderleriyle, ileri gelenleriyle tek tek konuştu. Ama onlar kalp ve kulaklarını semadan gelen davete bütün bütün kapattılar. Bununla yetinmeyip, kölelerin ellerine tutuşturdukları taşlarla Hz. Peygamber’i taş yağmuruna tuttular. Taif’in dışında yorgun ve bitkin olarak dinlenen yaralı Hz. Peygamber’in yanına inen Cebrail, Taif’in helaki için Peygamberimizin yetkili kılındığını haber verince; O şöyle buyurdu: “Ey Merhametlilerin en Merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belalara aldırmam. İlahi! Sen kavmime hidayet ver, onlar bilmiyorlar” (İbni Hişam, II, 20; Heysemi, VI, 35).
Mekke’ye dönüyordu. Hayatının en sıkıntılı anlarıydı. O anları, eşi Hz. Aişe’ye sonraları şöyle anlatıyordu: “Taifte taşlandıktan sonra, geri keder içinde yürüyüp gidiyordum. Karn Sealip denilen yere varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırdığımda başıma yakın bir şekilde bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice baktım. Orada Cebrail’i gördüm. O bana şöyle seslendi: ‘Muhammed! Allah kavminin (Taiflilerin) Sana ne yaptıklarını ve Seni himayeyi nasıl reddettiklerini duymuştur. Allah Sana dağların meleğini göndermiştir... İstersen bu dağları onların başına geçirecektir...”
Taif dönüşünde geceyi geçirdiği bir yerde bir grup cin onu dinledi. Cin Suresi (1-2, 8-10) ve Ahkaf Suresi (29-32) o geceyi anlatır. Onu dinleyen cinler Kuran’a iman ettiler.
Mekke’ye dönmek istiyordu; ama Mekke’nin lider kadrosu O’nun girişine ambargo koymuşlardı. Ancak birilerinin güvencesi altında Mekke’ye girebilecekti. Müşriklerin ileri gelenlerinden birisi olan ‘Mut’im bin Adiyy’, Peygamberimize, Mekke’ye girebilmesi konusunda güvence verdi. Silahlanan Mut’im ve ailesi Kâbe’nin yanına giderek şöyle ilan ettiler: “Ey Kureyş cemaati! Muhammed himayemizdedir. Kimse O’na dokunmayacaktır.” Hz. Peygamber Mekke’ye girip Kâbe’de iki rekat namaz kılıncaya kadar müşrik olan Mut’im oğulları silahlarını bırakmadılar (İbni Kesir, el-Bidaye, III, 182).
Hayat garip olaylarla doludur. Hesapta olmayan şeylerle muhatap olabilirsiniz. Aradan yıllar geçer. Mut’im Müslüman olmaz. Mekke’de Peygamberimize güvence veren ve onu oğullarıyla koruyan Mut’im, Bedir harbinde Hz. Peygamber’e karşı savaşır. Savaşta hayatını kaybeder. Savaşın sonunda Mekkeli esirlere ne yapılacağı konusu konuşulurken; Hz. Peygamber’in dudaklarından şu sözler dökülür -işitilen bu sözler vefa adına ders verir nitelikteydi-: “Şayet Mut’im hayatta olup, benden esirleri bağışlamamı isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım.” (Buhari, Humus, 16)
Savaşta hayatını kaybeden müşrik lider için bu cümleleri kullanıyor. Yıllar önce kendisine iyilik yapan ama savaş sahnesinde kendine karşı savaşan düşmanını öyle hatırlıyor. “Eğer ölmeseydi; onun hatırı için bütün Mekkeli müşrikleri serbest bırakırdım” diyor.
(Yazımızın Miraç aşamasına önümüzdeki hafta devam edeceğiz.)
Not: 8 Temmuz’u 9 Temmuz’a bağlayan gece Miraç kandilidir. O gece saat 22.30 dan itibaren Star TV’de canlı yayınımız var. O geceyi beraber ihya edelim.
SORALIM ÖĞRENELİM
Ölüye Kuran okumanın sevabı yok diyorlar. Doğru mu? / ASLI ÜNGÖR / FATSA
Kuran-ı Kerim’in etki sahası sadece dünya hayatı değildir. Kuran’ın bazı ayetleri yakarış -dua- içeriği taşır. Ölünün üzerine özellikle o ayetlerle dua etmek uygun olur. Peygamberimiz “Yasin, Kuran’ın kalbidir. Onu bir kimse okur ve Allah’tan ahiret dilerse Allah onu bağışlar. Yasin’i ölülerinizin üzerine okuyun (Müsned, 5, 26). Bir hadiste de ölünüzün yanında Yasin okuyun buyurulur (İbni Mace, hd; 1448). Hz. Ebu Bekir de şöyle rivayet eder: “Kim babasının veya annesinin mezarını cuma günü ziyaret eder ve Yasin okursa, Allah kabir sahibine mağfiret eder (İbni Mace, tercümesi, Haydar Hatipoğlu, c. 4, s. 274).
(Not: Bu konuda rahmetli babamın tercüme ve şerh ettiği on ciltlik İbni Mace’nin 4. cildinin 273-278 sayfalarına bakılabilir. Orada geniş bilgi mevcuttur.)
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah da, ölülere Bakara Suresi’nin okunabileceğini iletmiştir (Beyhaki, 4: 56).
Hanefiler kabir başında Kuran okunmasını tavsiye etmişlerdir (Zuhayli, Fıkhü’l-İslam, 8; 50; Reddü’l-muhtar, 2, 263). Malikilerin de görüşü aynıdır. Şafii âlimlerinin bir kısmı bunu uygun görürken, bir kısmı sadece dua etmeyi uygun görür (El-Envar, 1, 398, el-mecmu, XV, 522).
Dünyada başımıza kötülükler ve iyilikler geliyor. Bundan ne ders almalıyız? HARUN SAKA / ANTALYA
Her iyilik ve kötülük birer denenme aracıdır. Hayatımızın her döneminde bu olaylardan pozitif ve pratik değerlendirmeler çıkarmalıyız.
Ayrıca iyilikler, ikramlar, sağlık, güzellik gibi olaylar Yüce Allah’ın Cemal vasfının tecellileridir. Bunlara karşı şükretmek gerekir. Bu nimetlere ulaşıldığında, şımarmadan, haddi aşmadan, edeple hakkını vermek lazımdır.
Hastalıklar, belalar, sıkıntılar, ölüm gibi olaylar da Yüce Allah’ın Celal sıfatının yansımasıdır. Buralardan da yine edeple ve ama sabır, tevekkül ve rıza ile çıkmaya çalışmak lazımdır.
Paylaş