Paylaş
(ÖZETLE ve günümüz Türkçesiyle...) Şeyh-ül İslâm Ebu’s-Suûd Efendi’ye sorarlar: “Bir zâviyenin mescidinde bazı istekli kişiler toplanıp çeşitli nağmelerle kelime-i tevhid çekerler. ‘Cennet cennet dedikleri, Birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver onları, bana Seni gerek Seni’ derler; göğüslerini döverek garip hallere girerler... / ... Şer’an ne lâzım gelir?” Cevap şöyledir: “Yukarıda adı geçen kişiler hal ve sözleriyle yüksek derece haddi aşmakla beraber, bu beyitlerde cennet hakkında sözlerden dolayı küfre girdikleri açıktır. Öldürülmeleri mübahtır...”
Küçük bir araştırmayla, bu satırların aslına ve tamamına ulaşabilirsiniz. Talim Terbiye Kurulu’nun, “Şiirden beklenen kazanımlar sağlanmıştır” açıklamasıyla; Yunus Emre’nin, 10. sınıf edebiyat kitabında yer alan şiirinden iki satırın çıkartılması uyanıklığı, “kim vurduya gitmiş” gibi gözükse de, aslında meselenin zihinsel dayanağı, işte yukarıdaki bu satırlardır.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in, sansür iddialarına ilişkin olarak, “Ben bu tartışmayı biraz öküz altında buzağı arama tartışması olarak görüyorum” demesi bana pek anlamlı ve doyurucu gelmedi ama, hemen arkasından eklediği “Yunus Emre’yi sansürlemek bizim haddimize mi?” cümlesine şapka çıkartmamak mümkün değil!
Anadolu coğrafyasında, tasavvuf geleneğinin köşe taşlarından biri olan Yunus Emre’nin halk diliyle söylediği şiirler, saf inancın imbiğinden süzülmedir. 13. Yüzyıl’ın zor ve karmaşık ikliminde yazılıp, 21. Yüzyıl’a nefesi kesilmeden uzanan dizeleri, eşsiz bir basitlik ve derinliğe sahiptir. Peki çocuklarımızın onu tanımasını sağlamak için doğru ve yeterli şeyler yapabiliyor muyuz? “Yunus Emre’yi anlamanın, 3-5 şiirini okumak (ya da okumamakla) değil, hayat felsefesini yaşayarak mümkün olacağını, onun insanı insan yapan değerlerini, bir davranış biçimi olarak hayata geçirmenin en önemli nokta olduğunu” söyleyen, hattâ “Yûnusluk bir meslektir” diyen ustalara kulak veren kaç kişi var?
Yani demem o ki, bu son işgüzarlık hoş olmadı. Oysa Yûnus, kendisini eleştirenlere bile, “Kim bize taş atar ise, güller nisâr olsun âna / Çerağıma kasd edenin, Hak yandırsın çerâğını...” diye seslenip, onları gerçek aydınlanmadan nasip almaya davet etmekteydi; hakkı yenmiştir; ayıp edilmiştir.
“Yûnus’un ‘kul hakkı’ ne olacak?” diye sorarsanız, onun cevabı da tarihten bir yaprakta yazılı! (İsterseniz Muhteşem Yüzyıl dizisinden bir sahne olarak düşleyin...) Topkapı Sarayı’ndaki bazı ağaçları karıncalar istilâ eder. Sultan’ın içi rahat etmez; ağaçlar ilaçlanmadan önce, Şeyh-ül İslâm Ebu’s-Suûd Efendi’ye danışmak ister. “Muhibbî” kimliğiyle bir satır karalayıp gönderir: “Ger dırahta ziyan verse karınca / Günah var mı Sultan ânı kırınca?” Aynı zamanda mâhir bir şair olan Ebu’s-Suûd Efendi de, şiir diliyle cevap verir Sultan’a: “Yarın hakkın divanına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca...” Aklımdayken, “sansürcülerin nihai kazanımlarını bir hatırlatayım” dedim...
Paylaş