Paylaş
“Taş devri”ne bile , sahipleri yani çağdaşları yakıştırmadı bu ismi…
“Ortaçağ” da öyle,“Karanlık Çağ” da, “Aydınlanma Çağı” da, “Devr-i Saadet” de…
Bu isimlendirme işinin, nasıl da “ahlâksız” bir döngüyü beslediğini anlamak için,
sadece, üzerinde zaten insan yaşayan bir kıta için
“onları, yerlerini ve var olduklarını fark edenler tarafından” dayatılan
“Amerika’nın keşfi yalan”ı, yeter de artar bile.
“Keşif meşif yok kardeşim sen yeni haberdar olmuşun; hepsi bundan ibaret…”
“Bilişim, sosyal medya, inovasyon” (ya da bu cümlede aklımıza bile gelmeyen…)
bir sembolü seçip, “boy boylayıp soy soylayacaklar…”
Biz de kabulleneceğiz; “adı buymuş” diye.
Belki, sadece J. R. R. Tolkien’in “Orta Dünya evreni”nden fantezi bir ilham alırlar da biraz gülümseriz. Gerçi, Tolkien’in çoğu çalışması Üçüncü Çağ ve ondan önceki çağlarla ilgilidir.
Ayrıca, Dördüncü Çağ, bazılarının sandığının aksine,
Yüzüktaşıyıcılarının Valinor’a gitmek için Orta Dünya’dan ayrılması ile değil,
Hükmeden Yüzük’ün yok edilmesi ve Sauron’un kesin olarak yenilmesi ile başlamıştır.
“Hükmeden” , “yüzük” ve “Saouron” sembolizması için,
“21. yüzyıla hiç uymuyor ki…” diyebilecek kaç kişi çıkar aranızdan ?
Ben kendi adıma, içinde yaşadığımız çağa, “Vasatın Yükselişi” adını vermekten yanayım.
“Vıcık vıcık bir sıradanlığın” el üstünde tutulduğu yıllara rastladı ömür çizgimiz.
Ülkemizde, “Sokaktaki adam”ın, sanattan siyasete, spordan edebiyata kadar her alanda
“vasatla kazandığı, el üstünde tutulduğu, alkışlandığı ve serpildiği” bir dönem yaşıyoruz.
“Ayaklar baş oldu”dan çok fazlasıdır işaret ettiğim tehlike.
Çünkü, paranteze aldığımız deyim, neticede altı üstü bir kesittir.
Toplumun altına yerleştirilen asıl “tahrip kalıbı”,
“vasatı pompalamak, ödüllendirmek ve onun önünü açmak” basiretsizliğidir.
İşte “Orta Şark kurnazlığı”na has bu pis koku,
“o vasata razı olmak” teslimiyetine evrilen hastalığının cerahatinden yükselir ki,
son aşama, o kokuya da alışmak ve o kokuyu da yadırgamamak bahtsızlığıdır.
Bu bahtsızlığı, size “kader” diye sunarlar. “Kader” aslında “sahipsizliğin adı”dır.
Gazete manşetlerinde “sıradan” bir haberdir meselâ;
“Kaymakçı Pando, Libreira Pera Kitapçısı, Kelebek Korse”den sonra,
“Mısır Çarşısı’ndaki 115 yıllık Pandeli Restoran’ın kapanması…
Yıllarca “vasata baş tacı muamelesi yaptıktan ve iş işten geçtikten” sonra
“itiraf” daveti yapmak da, aynı sıradanlığı,
“şah iken şahbaz mertebesine yükselmek” yollu bir göz boyacılığıdır.
Ve sadece, Şair Eşref Mısır’a kaçtıktan sonra gazetelerde çıkan, “döndüğü takdirde affedileceği, dönmezse mahkûm ve emlakının haczedileceği” şeklindeki ilânları çağrıştırır.
Burada sıradanlığı bozan, (her gün İzmir’de, adını taşıyan bulvardan hınzır bir tebessümle geçtiğimiz…) Eşref’in, tarih boyunca hep “Hükmeden” , “yüzük” ve “Saouron” sembolizmasıyla atarlanmış olan “vasatın yükselişi”ne, cevap niyetine yazıp yolladığı beyittir malûm:
“Koçan şeklinde hıfzettim, getirdim Mısra birlikte,
Gıyaben haczedin kim, müşterisi kum kadar çoktur !
Hicap etmekteyim amma Efendi doğrusu lâfın…
…kimden başka bende hacze lâyık mâmelek yoktur !”
Paylaş