Paylaş
KABUL ediyorum; Martin Luther’in düşüyle karşılaştırıldığında, sıradan bile sayılmazdı; geçen cuma günü önerdiğim “Kordon’da 9 Çadırlık Kamping” fikri... Ama “Kapısı olmasın; penceresi, bacası, girişi, çıkışı, kilidi vs. Kuralı olsun, yasağı olmasın... İzmir, zemberek gibi; dolar boşalır... Mişli geçmiş’ten uzak, geleceği kurmaya tâlip...” diye biten heyecanı, birileri umursasın isterdim. “EXPO için eşsiz bir tanıtım fırsatı ve simgesi olacaktır bu tuhaf adım. Haydi! Kim üstüne alınırsa bir yanıt bekliyorum!” diye seslenince hiç değilse şu cevaplardan birine benzer bir şeyler gelir sanıyordum kulağıma, e-posta kutuma...
“Neden olmasın? Ağzı olan konuşuyor! Müthiş bir fikir... Yine saçmalamışsınız... Bir düşünelim bakalım. Olacak şey mi şu? Fizibilite çıkartmak lâzım. Bir eksiğimiz Kordon’da kampingti. Kahve sohbetinde tartışsak diyorum. Mevzuat uygun değil... Vs. vs. vs.” Hiçbiri olmadı Efendim! Sadece, bir halk deyişinin, yumuşatılarak güncellenmiş bir versiyonu kaldı elimizde:
“Farkındalık tanburasına inovasyon mızrabıyla vuruyorum, lâkin aks-i sedâ yok...”
Bu durumda, değerli okuyuculardan gelen e-postalar arasından çarpıcı bir örneği seçip paylaşmak farz oldu sanıyorum:
“Nihat Bey, Kordon’a 9 çadırlık bir kamping düşünüzü saygıyla karşılıyorum. Ancak, entellektüel derinliği olmayan, arabesk sosyal demokratlığın uygulayıcısı Belediye’yi ne olur işin içine katmayın. Bu belediye anlayışı üzerine hayal kurup derinlere dalmayın lütfen... EXPO için, kurumlardan önce İzmirli’nin buna sahip çıkması için teşviklerde bulunun. EXPO için sivil hazırlık platformunu teşvik edin, gençlerimiz bunun için slogan üretsin. Bunun için şarkılar söylesin. Bunun için karnavallar şölenler yapsın. Umarım anlatmak istediğim mesajı ifade edebilmişimdir...”
Harlem Dans Tiyatrosu’ndan “dört dörtlük” gösteri
Dünyanın ilk Afro-Amerikan Klasik Bale Topluluğu olan DTH (Dans Theatre of Harlem), İzmir temsilinde 44 yıllık tarihinin en çok övgü alan 4 eserini sahneleyecekmiş. Bu kadar 4’ün bir araya gelmesi rastlantı olamaz! Sessiz sedasız devam ediyor; 27. Uluslararası İzmir Festivali... 28 Haziran Cuma günü 21.30’da Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’ndaki gösteri, 1969 yılında bir kilisenin bodrum katında kurulan topluluğu Festival izleyicileriyle buluşturacak. amazon.com ve Apple Computer’in bir garajda kurulduğu, Mickey Mouse’un bir tavan arasında yaratıldığı düşünülürse, “bodrum katından gün ışığına çıkan bu efsane topluluğu” kaçırmayın derim.
Yanımdaki genç soprano
Geçen hafta... Carmina Burana için, Bornova Aşık Veysel Rekreasyon Alanı Açıkhava Tiyatrosu’ndayız. Hemen yanımda, genç bir hanım oturuyor. Daha program başlamadan kıpırdanmaya başlıyor. Hem durmadan babasıyla konuşuyor hem de gemleyemiyor heyecanını... Söylediklerinden (ben de birgün orada olacağım, ah konservatuvar ah...) sanat eğitiminin içinde olduğu anlaşılıyor. Nihayet, “Fortuna” ile bizi sarmalamaya başlıyor Carl Orff... Genç hanımın çenesi durmuyor bir türlü. Abartılı tepkiler, arka arkaya yorumlar... Soprano Evren Işık’ın solosunda, finale doğru en can alıcı yere yaklaşıyoruz. Yüksek perdeden kritiklere devam, sanatçıya sesiyle hafiften katılma gayreti... “İşte burada biraz zorlanabilirim…” deyince, ön sıradakiler de dönüp ters ters bakıyor. Ben de kısık sesle “hişşşşt” diyorum. Geçici bir sessizlik... Konserin sonunda bana dönüyor, “ben de sopranoyum, söylemek benim hakkım” diyor. “Çok sevindim, kutlarım; söyleme hakkını elde etmek için önce dinlemeyi, ayrıca dinleyenlerin ve sahnedekilerin hakkına saygı duymayı başarmalısınız...” demek zorunda kalıyorum. Israrla son sözü söylemek istiyor:
“Ben de sopranoyum. Bana saygı duymak zorundasınız...”
Tebessümle ayrılıyorum yanından. Hani son günlerde 90 kuşağı pek revaçta ya, “ayağınızı denk alın” diye paylaşayım istedim.
(Yaşasaydı) Attilâ İlhan bu işlere ne derdi?
“An gelir
Önce bir insan durur
sonra bir sokak
derken bir semt
ve bir şehir
Bir bakmışsınız paldır küldür yıkılır
bütün bulutlar”
(Zarif yakıştırma için teşekkürler Herve ABAJOLİ)
Paylaş